• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

Dünya bir virüse karşı ayakta. Bir buçuk yıldır, insanlar ölmesin, hastalıkla perişan olmasın diye yoğun bir çaba var. Ancak insan hayatının sadece virüsten değil, zalimin zulmünden de korunması gerekliliğine dair ne kadar feryat varsa hiç biri, devletlerin çıkarlarını ve siyasi/ideolojik kamplarını aşamıyor.

Yarın Mısır’ın tek ve son meşru cumhurbaşkanı Merhum Muhammed Mursi’nin zindanda şehadetinin ikinci yıl dönümü.

Bu, sadece bir seçilmişin, bir hafızın, bir emin halifenin, bir dava ağabeyinin, bir babacan şahsiyetin, canının mahkeme tiyatrolarında didik didik edilip önümüze atılmasının ikinci yılı değil, zalime karşı döşenmiş sinirlerimizin uçlarının kopartıldığı, mazlumun önüne dikilsin diye örülmüş vücudumuzun paspas edildiği, gayrete gelip sıkılsın diye takılmış ellerimizin yumruklarının örselendiği gün.

“Mü’min müminin aynasıdır” fermanındaki aynanın, şehidin karşısında hicap ile tuz buz olduğu gün.

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmediği gibi, onu düşmana da teslim etmez.” (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58) Normalde böyledir de, yarınki yıl dönümü, çaresizlik kılıfıyla düşmana her terk ettiğimiz kurbanın mahşer günü alnımızda belirecek bir iziyle daha bizi teslim aldığı gün.

Dünyevi, ailevi, nefsi hesaplarımızın kursağında fanice saklanıp fena halde sobelendiğimiz gün.

Hasılı Şehid Şeyh Yasin’in mektubundaki şikayetinin, ümmetin eczasını, serapa yine viran eylediği gün.

Musa(as)’ın kavmi, kendisinden soğan, sarımsak gibi şeyler vermesi için Allah’a dua etmesini istediklerinde, “şu şehre inin, istediğiniz orada var” denilmişti ve o şehir için de, Mısır kelimesi kullanılmıştı. Şu anda azizlerinden kopartılmış bir soğan sarımsak ülkesi gibi Mısır.

Kıymet bilmez haramilerin, ne iki dağ halinde yarılan Kızıldeniz mucizesine, ne Asa’ya, ne de daha nice ayât-ı beyyinata itibar etmeden kendi sosunda kavrulduklarında cennete gideceklerini sanan mısır tanelerinden bozma beşerciklerin ülkesi.

Ve dün Mısır’daki Yargıtay, 2018 Eylülünde verilen idam kararlarını onadı. Darbeci Cumhurbaşkanı Sisi de onaylarsa yahut hapis cezasına çevirmezse, aralarında Prof. Üsame Yasin ve Abdurrahman el-Berr, Muhammed Biltaci ve Saffet Hicazi gibi İhvan’ın önemli isimlerinin de bulunduğu 12 kişi idam edilecek.

Birer birer sessizce infaz edildiklerinde beynimizin kurbağa suyunda ısıtılarak yavaş yavaş tatlı ölümüne yazılan ecelimize biçtikleri bu kaçıncı kefen olacak bilmiyoruz.

Yine her hazan satırına düşen vicdan kütüklerimiz gibi, günübirlik tüketilen aidiyet ve anlamdan geriye kalan son kırıntıların arasında bir haber bültenlik sadaları kalacaksa, yırtılsın gitsin ülfet perdesi!

Esma Biltaci için dökülen gözyaşlarından sonra babasının kızına yazdığı mektubuna herhalde bir daha bakılır da babasının idamına engel olmak için hiçbir çaba gösterilmezse o satırlara hangi yüzle dönülür. Ne diyordu orada: “Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser'de olacak.”

Elbette Havz-ı Kevser, göz göre göre şehid edilenlerle onların idamına bir türlü engel olamadığını anlatanların bir arada buluştuğu yer de olabilir ama maazallah herhalde dertsizlerin, endişesizlerin, gayretsizlerin varacağı bir yer değildir.

Mısır zindanlarında 40 binden fazla darbe karşıtı zor şartlarda tutulurken şehadetin ne büyük bir makam olduğu hakkında ufacık bir tereddütleri olsaydı, Üstad Hasan El Benna’lar katledildiğinde, Seyyid Kutup’lar, Abdülkadir Udeh’ler idam edildiğinde yol, pusula, harita ve azıktan ne varsa alır giderler, kendi köşelerine çekilirlerdi.

Onlar, Uhud’da birkaç saat içinde, Hz. Hamza ve Musab b. Umeyr gibi 70 sahabisinin çok feci biçimde şehid edildiğini gördüğünde üzülen ancak zerre kadar ye’se kapılmayan ve onların cennette olduğunu haber veren bir Peygamber(sav)’in “kardeşlerim” diye hasretini dile getirdiği kimselere yakışan neyse onu yapıyorlar.

Peki ya tüm İslam alemine yakışan nedir?