Bu tavır kimin namına ve ne adına?
Seksenlerin meşhur çizgi filmi “He Man” tekrar animasyon olarak sosyal medyada yayınlanıyormuş.
Haklı olarak “Eee bundan bize ne?”diyorsunuz. Maksadım, üzerindeki tapınakçılara ait ikonlar vs gibi “He Man”in subliminal mesajları üzerinden nostalji yapmak değil.
Yalnız ikide bir kılıcını göğe uzatarak bağırdığı bir repliği vardı hani: “Gölgelerin gücü adına! Güüç bende artııık!” Filmin mottosu da olan bu cümle, beş kelime ve kılıç ile yapılmış usta bir mühendislik eseriydi.
Filmi izledikten sonra –gayriihtiyari- eline aldığı tahta ile aynı hareketi yaparken bu sözü söyleyen çocuğun etkilenme biçimi üzerine yahut güç, benlik ve kılıçla meydan okuma üzerine çok şey söylenebilir.
Yalnız şu “adına” tabirinin hatırlattıkları ve unuttukları daha önemli. “Adına” ne sorusu ile, “namına” ise kim sorusu ile kullanılsa daha isabetlidir.
Evet bu “ne adına, kim namına?” sorusu; sebep ve illet arasındaki farktan tutun emanet, mesuliyyet, gayret, himmet, maksad ve vazife arasındaki ince nüanslar gibi bir çok meseleye ışık tutuyor.
Üstad Bediüzzaman’ın; varlığa ve olaylara mânâ-yı ismî ile değil mânâ-yı harfî ile yani o varlık ve olayın kendisi adına değil ait olduğu bağlama göre bakması/baktırması da bunu anlatır.
Adam zulme tepki gösteriyor. Ne faziletli bir tavır diye takdir edecekken bunu mazlumun selameti adına değil, başka bir zalimin çıkarı adına yaptığını görüyor
sunuz.
Tıpkı Uhud’da Müslümanların safında gösterdiği kahramanlık için; “vallahi, bugün müthiş cesaretliydin, müjdeler olsun sana” diye tebrik edilince, “Ne müjdesiymiş? Ben sadece kavmimin şerefi için savaştım başka bir şey için değil” deyip yarası şiddetlenince de, kendini
öldüren Kuzman’ın yaşattığı hayal kırık lığı gibi. (İbn-i Hişam 3/93-94)
Adam; yorumlarken, değerlendirirken, kanaatini açıklarken, eleştirirken, sınır filan tanımıyor adeta dikenli telleri atlıyor, yüksek duvarları aşıyor, çelik kapıları geçiyor, mahrem perdeleri yırtıyor. Lakin bunu herkesten yana bir güzellik, çözüm veya ıslah adına yapmıyor, Allah’ı unutmakta direterek kötülüğü emreden nefs-i emmare adına yapıyor.
Muhalefet ediyor, reddediyor, karşı çıkıyor, kabul etmiyor, istemiyor, onaylamıyor, uzak duruyor ve öfke estiriyor, kin ve husumetinden eserler neşrediyor. Ancak Hak adına değil sırf düğümlere üfleyen şeytan ve dostları adına.
Mahrumun, zayıf bırakılmışın, sıdkın, akl-ı selimin ve temiz vicdanın gücü adına değil şer odakların, karanlık suratların, hain gölgelerin gücü adına.
Haliyle, herkesin makul, meşru ve ortak taleplerini yalnız kendilerinin rahatı ve konforu adına istedikleri apaçık belli olanların cilasına, endamına, jest ve mimiğine aldanan zavallı yığınların ahirleri herhalde âbad değil hep berbad olmaya devam edecektir.
Muhasebe ve murakabe dedikleri şey de bu olsa gerek: “Bu yaptığım iş ve söylediğim söz kimin namınadır? Ne adınadır? Allah adına ise sağlam bir itikad, ilim/fıkıh üzere midir?
Kendi adıma veya başkası adına ise yine Hakk’ın hududu içinde midir, temiz midir? Maruf mudur? İçinde bir haksızlık yahut günaha girme, şüphe filan var mıdır?”
Müslümanlık iddiasının ispatı da hayatı yaşarken “kimin namına/ ne adına?” sorusuna ne kadar doğru cevaplar verildiğiyle alakalı değil midir?
“…Fakat Allah, olmasını murat ettiği şeyi gerçekleştirmek için böyle yaptı; ta ki ölenin niçin öldüğü, yaşayanın niçin yaşadığı da apaçık ortaya çıksın. Kuşkusuz Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir.” (Enfal Suresi42)
“De ki: “Bakın benim namazım, bütün ibadetlerim, hayatım ve ölümüm yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah adınadır.” (En’am Suresi 162)