Modernleşme mi sömürgeleşme mi?
Bu ülkede modern olmanın medeni olmakla, ilerlemekle; modernleşmeye karşı olmanın da gericilikle, ilkellikle eşdeğer olduğu masalı hep bize anlatıldı. Bu masal bizi o kadar etkiledi ki; uygarlaşma, çağdaşlaşma hep ulaşılması gereken bir ideal olarak hafızamızda yer aldı. Bu ideal sadece Batıcı kesimlerin değil; dindar kesimlerin bile rüyasını süsledi. Tüm kesimlerin dilinden düşmeyen ‘muasır medeniyetler seviyesine ulaşma ideali’ hâlâ cazibeli görülmeye devam ediliyor.
Hatta çok dindar olarak bildiğim bir eğitimci, bir Afrika ülkesinde yarışmada birinci olmuş birine ödül olarak hediye verilmesini yadırgamış; bu insanları, kazanan kişiyi Batılı tarzda madalya ya da kupa ile ödüllendirmediği için de ilkel olmakla suçlamıştı. Bu da modernleşme travmasının dindar kesimde bile ne kadar derin etki bıraktığının göstergesi olsa gerek.
Peki, günümüz insanına ulaşılması gereken bir ideal olarak lanse edilen bu modernleşme kavramının, hakikatte Batı’nın sömürgeciliğini örten bir perde, batı dışı toplumları teslim alan öncü bir kuvvet olduğunu biliyor muydunuz?
Tüm insanların uymak zorunda olduğu izlenimi verilen modernleşmenin, Batının izlediği maddi ve tarihsel sürece katılmayı beraberinde getirdiğini ifade eden Ali Bulaç, Modernizm’in Batıya zihinsel teslimiyet ve maddi bağımlılığın günümüzdeki evrensel formülü ve yöntemi olduğunun altını çizer.
Modernleşmeye katılan toplumları, zamanla kendi inancından, medeniyetinden ve geleneklerinden koparak adeta en ufak bir rüzgârda savrulabilen köksüz bir bitkiye dönüştürür. Kökünden kopan bir insan artık küresel emperyalist baronların önünde elleri kolları bağlı kurbanlık bir koyun gibidir. Özellikle son yıllarda gelişen teknoloji ile birlikte toplumları modernleşme sürecine katabilme işlemi daha kolay hale gelmiştir. Bu sayede küresel sömürgeciler, dünyanın en ücra köşesine dahi çok rahat ulaşıp insanların yemek, giyim, yaşam ve ahlaklarını değiştirip dönüştürmektedir.
Bugün dünya üzerindeki birçok insanın aynı şeyi düşünmesi, aynı şeyi sevmesi, aynı şeyi giymesi, aynı kültürü yaşamaya çalışması, dünya üzerinde ‘tek tip insan’ oluşturma çabasının vahim bir sonucu olsa gerek. Eskiden kırsal ilçelerdeki veya köylerdeki bir genç ile şehirde yaşayan bir genç arasında birçok farklılıklar olurdu. Ama şimdi köyde yaşayan bir gencin giyimi, yaşamı ve hayata bakışı ile metropolde yaşayan bir gencinki hemen hemen aynıdır. Bu da gelişen teknolojiyle birlikte modernleşmeyi/sömürgeleştirmeyi nasıl kolaylaştırdığının göstergesidir.
Bir de Batı dışı toplumları modernleşme adı altında değiştirip dönüştürmenin en etkili aracının modern ulus devletler olduğuna değinmeden geçmek haksızlık olur. Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘Devrim ve İnkılaplar’ adı altında koca bir halkın İstiklal Mahkemeleriyle halka rağmen nasıl modernleştirildiğini! bilmeyenimiz yoktur sanırım.
De Gaulle’nin de deyimiyle ‘artık sömürgeler pahalı olduklarından onlara siyasi bağımsızlık verip ekonomik bakımdan bağımlı kılmak daha kârlı idi’. Bu sözler İslam Coğrafyasında kurulmasına izin verilen sözde bağımsız ulus devletlerin aslında ne kadar bağımsız! olduklarını ispat ediyor. Bu hakikate rağmen hâlâ birilerinin ısrarla ‘ulus devletimiz olsaydı daha iyi durumda olurduk’ sözlerinin de ne kadar anlamsız olduğunu gösteriyor. Halkını bağımsızlık masallarıyla aldatan, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmayı adeta amentü haline getiren Batıcı siyasi ve aydınların, aslında bizi nasıl Batıya bağımlı bir sömürge yaptığı çok sonradan ortaya çıkacaktı. Bugün ekonomik alanda en derinden yaşadığımız buhranın asıl sebebini sanırım daha iyi anlamış oluyoruz.
Bugün Kürtlerin modern ulus devlete sahip diğer kavimlere göre daha fazla inancına, geleneğine, örfüne sahip olmasının en temel sebebi; onlara modernleşme politikalarını dayatan modern bir ulus devlete sahip olmamasından kaynaklandığı gibi mevcut yaşadıkları devletlere de mesafeli durmalarından dolayıdır. Fakat ne yazık ki; diğer toplumları modern ulus devlet eliyle modernleştiren yani sömürgeleştiren Batı, Kürtleri de devletin bu asimile edici görevini üstlenen Batıcı örgütlere vermiştir.
Yüzyıllardır devletin sert ve yumuşak politikalarıyla özünden uzaklaştırmadığı Kürt halkının, PKK gibi sol ve seküler bir örgüt tarafından çok kısa bir sürede asimile edilmesi aynı projenin ürünüdür.
Bu anlamda hepimizin bir daha dönüp, bize cazibeli gösterilen modernleşme, batılılaşma gibi süslü kavramların bizi nereye götürdüğüne bakmamız yerinde olacaktır.