Seçim Barajı ve Demokrasinin Çoğunluk Çıkmazı
Türkiye’de seçim barajından dolayı halkın yeteri kadar temsil edilmediği tartışmaları devam ederken MHP ve AK Parti’den yapılan açıklamalarda yeni barajın yüzde 7 olacağı yönünde açıklamalar geldi. Bu kararın, temsiliyet noktasında adil bir sistem oluşturmak yerine, partilerin kendi ‘partisel çıkarları’ doğrultusunda aldığından kimsenin şüphesi yok.
Dünyanın birçok ülkesinde yönetime katılabilmesinin önünü açan sıfır baraj uygulaması ile insanların kendilerini ilgilendiren konularda söz söyleme hakkına sahip olabilirken bölge ülkelerine örnek ülke olarak sunulan Türkiye’de bunun tam tersi bir durumun olması nasıl açıklanabilir?
Mevcut yüzde 10 barajı her ne kadar 1980 darbesiyle hayata geçirilmiş ise de baraj olayının asıl amacının sistem dışı görülen grupların meclise girmelerine engel olmak… Bu adaletsiz yaklaşım kendini devletin sahibi gören elit bir kesimin, yıllardır yönetimi kimseyle paylaşmak istememesinin bir sonucu olsa da ‘ulus devlet paradigma’sının inkârcı anlayışının bir tezahürü. Haktan, hukuktan, adaletten bahsedildiği bu dönemde bile Arapça okunan ‘Fatiha’ veya Kürtçe konuşulan bir kelime tutanaklara X yani bilinmeyen dil diye geçiyor.
Bu anlamda üçüncü dünya ülkeleri olarak görülen ülkeler bile Türkiye’den çok ileride diyebiliriz. Hemen yanı başımızda demokrat aydınlarımızın! Burun kıvırarak baktığı Irak bile meclisteki temsiliyet zenginliği noktasında bizi geride bırakıyor. Hatta ülkemizde birçok kişinin kavmiyetçi saiklerle ‘Kabile Devleti’! olarak gördüğü Irak Kürdistan’ının meclisinde tüm kesimlerin temsil edilmesi durduğumuz noktayı gösteriyor.
Bir saatlik adaleti 70 yıllık ibadetten daha hayırlı gören bir inancın mensubu olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki; değil çeşit çeşit savaş uçakları üretmek isterseniz yürüyerek uzaya çıkın, kendi halkınızın arasında adaleti ikame etmediğiniz sürece diğerlerinin bir anlamı olmayacaktır. Bu devlet bu topraklarda yaşayan her kesimindir. Dolayısıyla bu insanların yönetime katılmasının önünde hiçbir engel olmamalıdır. Bundan dolayı seçim barajı sıfır olmalıdır. Bununla çoğulculuk ilkesinin gereği temsilde adalet için nisbi temsil seçim sistemi uygulanmış olur.
Seçim barajı sorununu konuşurken mevcut liberal demokrasilerin temsiliyet noktasındaki handikabına da değinmeden geçersek haksızlık etmiş oluruz.
Liberal demokrasilerin çoğulcu bir sistem oldukları konusunda yaygın kanaat olsa da, bu çoğulculuğun sadece siyasi partilerle sınırlı olduğunu bir yere not etmemiz gerekiyor. Hâlbuki asıl çoğulculuk, sadece siyasal yarışta değil, hukukî, sosyal ve kültürel alanlarda da mümkün olmalıdır.
Yüzde 51’in yüzde 49’a hükmettiği demokrasilerin birer çoğunluk rejimi olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yapılan her seçimde yüzde 51 oy alan kesim, iktidar olurken yüzde 49’luk kesim beş yıl boyunca yeni seçimi bekler. Onlar iktidar olabilirse bu sefer diğer kesim azınlık duruma düşer. Ve bu döngü hep devam eder.
Oysa olması gereken ne barajlarla hakların kısıtlanması ne de çoğunluk adı altında hep bir grubun iktidar kalmasıdır… Olması gereken Medine Sözleşmesinde olduğu gibi çoğulcu bir sistem oluşturabilmektir. Bu sistemde değil yüzde 51’e karşı yüzde 49’un hakkını savunmayı yüzde 99’a karşı yüzde 1’in hakkını savunur. Bu sistem sayısal çokluğu değil adaleti esas alır.
Toplumda var olan tüm hukuk topluluklarının seçtiği temsilciler tarafından devletin yönetildiği bu sistemde devlet, bir ideoloji, bir din, bir hukuk dayatmadan tüm kesimlere adil bir şekilde hizmet eder.
Sonuç olarak Türkiye’de, mevcut ittifakların dile getirdiği ‘Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ ya da ‘Parlamenter Sistemi’ gibi aynı paradigmanın ürünü sistemden daha farklı ve adil bir sisteme ihtiyaç ortada…
Bu da herkese ve her kesime hakkını teslim edecek, Medine Sözleşmesini esas kabul eden bir sistemle mümkün olabilir.