• DOLAR 32.457
  • EURO 34.66
  • ALTIN 2392.655
  • ...

Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının üzerinden tam 97 yıl geçti.

Müslüman halkımızın inanç ve kültürüne rağmen kapılarına kilit vurulan bu mekanlar hiç bir zaman gönüllerden sökülmedi. Bilakis yasaklara rağmen sahip çıkıldı ve el üstünde tutuldu. O halde anlaşılıyor ki kapılarına kilit vurmak çözüm olmamış. Çünkü bu mekanların muhtevası Müslüman toplumumuz arasında hep diri kaldı.

97 yıldan beri islama ve müslümanların varlığına bile tahammül etmeyen insan kılıklı zevatlar habire "tekke, zaviye ve medreselerin kapatılmasına rağmen ortalık şeyh, mürit ve hafız kaynıyor..." diye açıklamalar yapıp islama olan kinlerini kusuyorlar.

En son üç gün önce; İslami değerlere hakaret edenlerin buluşma noktası olan özel bir televizyonda sözde sunucu, icazet töreni gerçekleştiren hafızlara yönelik, "97 yıl önce bugün tekke ve zaviyeler kapatıldı. Ama tekke ve zaviyeler bugün hala çalışmalarını sürdürüyor. Küçük çocukları böyle sokaklara döktüler..." şeklinde nefretini dile getirdi.

Değerli okurlara sormak istiyorum; ülke ve toplum olarak 30 Kasım 1925'te tekke ve zaviyelerin kapatıldığı günden bu güne neler kaybettik, neler kazandık?

Bir Müslüman olarak şunu net olarak ifade edebiliriz ki, kazandığımız hiçbir şey olmadı ancak kaybettiğimiz çok şey oldu. Sadece Müslüman olarakta değil vicdan sahibi hiç kimse bu uygulamadan dolayı bir kazanımdan bahsedemez. Sadece İslam’a düşmanlık üzerine kurulan Kemalist ideolojinin mensupları kazanımlar hakkında şöyle bir yorum yaparlar.

Neymiş, Osmanlı döneminde tekkeler, gitgide çalışmaksızın tevekkül felsefesini işleyen yerler haline dönüşmüşmüş.! İnsanları daha yaşarken dünyadan uzaklaştırıp onları uhrevî âleme çekmek, çağdaş yaşamla bağdaşmazmış.! Toplum yeni bir enerjiye, yeni bir atılıma gereksinim gösteriyormuş.! Çağdaş yaşam, insanları çalışmaya, bu çalışmanın yaşarken ödülünü almaya çağırıyormuş...! İşte 30 Kasım 1925'te tekke, zaviye ve türbeler bundan dolayı kapatılmışmış...!!!

Kargaların bile güldüğü bu yaldızlı kelimeler dolusu cümleler, sadece İslami hiç bir değere karşı tahammülü olmayan dinazorların sığındıkları bahanelerden başka bir şey değildir.

Peki, ya kaybettiklerimiz!

İşte kaybettiklerimizi saymakla bitiremeyecek kadar çoktur. Sadece birkaç tanesini sıralamakla yetinip yorumu siz okurlara bırakacağım.

Öncelikle yüzyıllar boyunca tüm dünyayı etkileyen ilim, irfan, edebiyat, sanat ve estetiği konu alan eserleri ortaya koyanların beslendiği yerler tekkeler ve medreselerdi. Yaklaşık yüz yıldır bu alanlarda kayda değer bir eser ortaya konulmamışsa bunun temel sebebi ilham kaynağı bu mekanların olmayışındandır.

Yine şair ve bestekarların, ilim ve bilim adamlarının yetişmemesinin temel sebebi yine bu mekanların kapısına vurulan kilitlerden dolayıdır.

Bu mekanları kapamakla; Tüm dünyayı karanlıktan aydınlığa çıkarmada pusula olan kadim medeniyet tasavvurumuzu bir kenara bırakıp köhnemiş batı medeniyetini taklit etme körlüğüne girildi. Böylece her konuda onlara bağımlı hale gelmiş olduk.

Belki de en önemlisi bu mekanların kapanmasıyla edep ortadan kaldırıldı. Kültür, sanat, edebiyet ve estetik adına her türlü edepsizlik yapılmaya başlanıldı.

Dolaysıyla sadece tekke ve zaviyelerin kapısına değil aynı zamanda ilim, irfan, edebiyat, sanat... gibi yüzlerce değerlerimizin de kapısına kilit vurulmuş oldu.