Şubat ve Şehadet
İç ve dış gündemin çok yoğun olduğu bu soğuk Şubat ayında, şehadet iklimine bir yolculuk yaparak aziz şehitlerimizi yad etmek istedim.
Takvim yaprakları Şubat ayını gösterdiğinde şehidler kervanının öncüleri ve şehadet mektebinin azizleri hatıra gelir.
Bu ayda birçok alim ve davetçi mücadelelerini şehadetle taçlandırmışlar. Bunun için "Şubat ayı" geldiğinde aklımıza "şehadet" gelir ve dört bir yanımızı hüzün ve öfke kaplar.
Hasan El-Benna, Malcom X, İzzeddin El-Kassam, Abbas Musavi, Şeyh Ragıp Harb, İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Said, Molla Giyasettin ve Molla Zeki bu şehitlerden bazılarıdır.
“Şehitler, İslami hareketlerin motor gücüdür” diyor Şehid Mustafa Çamran. Dolayısıyla İslami çalışma için şehadet, gerileme değil ilerlemektir, durağanlaşmak değil ivme kazanmaktır, ümitsizliğe düşmek değil aşka gelerek İslami hizmette level atlamaktır.
Tarih boyunca hangi İslami dava, şehidlerin aziz kanlarıyla sulanmışsa o dava kök salmış, büyümüş ve meyvesini vermiştir.
Bir beden için kalp ne ise bir toplum için de şehid o`dur. Nasıl kalp vücudun tüm organlarına kan pompalayıp canlı tutuyorsa, şehidler de toplumların kurumuş damarlarına aziz kanlarını ulaştırarak canlı tutarlar. Dolayısıyla şehidler, İslam toplumunu hep diri tutar, vahdet ve birliklerini sağlamlaştırır, müstekbirlere karşı teyakkuza geçirir ve İslam`a düşmanlık edenlerle dost olunamayacağını tesciller.
Şehidler aynı zamanda turnusol kâğıdı gibidirler. Aziz kanları, dost ve düşmanı birbirinden ayırır ve âlem-i İslam üzerinde oyun kuranların oyunlarını açığa çıkarır.
İslam tarihinden buna yüzlerce örnek verebiliriz, ancak 2010 yılında yaşanan Mavi Marmara ve 2014 yılında yaşanan 6-8 Ekim olayları ile yetineceğim.
Bilindiği gibi Mavi Marmara şehidlerinin kanları, Türkiye kamuoyunun İsrail`e bakış açısını değiştirdiğini ve Türkiye`deki Müslümanların da vahdet içerisinde tek ses olmasına vesile olduğuna şahit olduk.
Yine 6-8 Ekim olaylarında, Yasin Börü ve arkadaşları başta olamak üzere mazlumca şehit edilen müslümanların kanı, Kürdistandaki müslümanların mazlumiyyetini, izzetli duruşunu ve haklılığını ıspatlamıştı.
Bu kadar ulvi olan Şehadet makamı elbette ucuza elde edilebilecek bir makam değildir. Şehadet`e namzet olanlar, şehid gibi yaşamalı ve Rıza-ı İlahi için maldan, candan ve ser`den vazgeçmeyi bilmelidir.
Şehadet ölümlerin en şereflisidir.
Şehidler ab-ı hayat içip ölümsüz olanlardır.
Şehidler Allah`ın misafirleridirler.
Şehidler Allah katında rızıklanırlar.
Şehidler için Peygamberlerin bile gıpta ettiği makamlar vardır.
O halde Şehid kimdir?
Peygamberlerin bile gıpta ettiği bu ulvi makam için maalesef kavram kargaşalığı mevzubahistir. Herkes şehidlik kavramına farklı bir anlam yüklüyor. Oysa Şehidlik tamamıyla dini bir kavramdır. Allah`ın hükmünü her şeyin üstüne çıkarmak için mücadele edip canını verenler için Allah`ın verdiği bir unvandır. Bu unvanın tanımını Allah Resulü (s.a.v)`nden dinleyelim.
Ebu Musa el Eş`ari`nin rivayetine göre; bir gün efendimiz (s.a.v)`e ”Ya Resûlullah! Bir adam ganimet için, diğeri şöhret için, öbürü riya, gösteriş veya ırkı için savaşırsa, hangisi Allah yolundadır? (şehiddir)” diye sorunca, Hz. Peygamber (s.a.v) şu cevabı vermiştir: “Kim Allah`ın adını, hükmünü yüceltmek, her şeyin üstüne çıkarmak için savaşırsa, o Allah yolundadır (Şehiddir)” (Buhari-Müslim)
Şehidlik kavramını bizzat Allah Resulü (s.a.v) tanımlamıştır. Dolayısıyla bu kavram ile ilgili Müslümanları bağlayan tek tanım, Efendimizin tanımı olmalıdır.