• DOLAR 34.65
  • EURO 36.621
  • ALTIN 2939.047
  • ...

 

Numan Kurtulmuş’un “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili yaptığı açıklama duyarlı birçok çevre tarafından takdirle karşılandı. Ancak siyasi iktidarın zaman zaman yaldızlı cümlelerle gündeme taşıdığı birçok mesele, sadece sözde kaldığı için doğrusu güven de vermiyor.

Örneğin; Geçmişte Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülen Ayasofya camisi, yine Bakanlar Kurulu kararıyla pekala ibadete açılabilir. Siyasi olan bir kararı hukuka havale etmek, aylarca gündemde tutup bir arpa boyu yol almadan konuyu kapatmak ve belli bir zaman sonra tekrar gündeme getirmek gibi.

Mavi Marmara, 28 Şubat mağdurları, Kürt meselesi... gibi birçok konu da buna benzerdir.

Esas konumuza dönecek olursak, Sayın Kurtulmuş’un açıklaması şöyle; “Bu sözleşme yanlış. AK Parti’de birçok arkadaşımız da bu düşüncede. Halkımızda büyük bir beklenti varken buna bigane kalamayız. Nasıl usulünü yerine getirerek imzalanmışsa usulünü yerine getirerek sözleşmeden çıkılır.”

İnşaallah bu açıklama da sözde kalmaz. Toplumumuzun beklentileri dikkate alınır ve yakın bir zamanda konuyla ilgili somut bir adım atılmış olur.

Bu ucube sözleşmenin iptali konusunda kamuoyunda ciddi bir destek vardır. HÜDA PAR başta olmak üzere bazı partiler, birçok STK, cemiyet, kanaat önderleri ve toplumun büyük bir kesimi zaten bu sorunla mücadele ediyor.

Fakat sorunun esas muhatabı ve çözüm makamı siyasi iktidardır. Çünkü bu sözleşmenin arkasında, toplumların aile yapısını yok etmek isteyen uluslararası şer odaklar vardır. Dolayısıyla bu şer odaklarla ancak devlet eliyle mücadele edilebilir. Eğer siyasi iktidar yasal düzenlemeyle somut bir çözüm ortaya koyma yerine sadece sorunu dillendirmekle yetiniyorsa, peşinen söyleyelim bu da diğer konular gibi toplumu oyalanmaktan başka bir şey değildir.

Sözleşmenin Türkiye’de kabul edilmesi ve yürürlüğe girmesini özetleyecek olursak;

Kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” olarak bilinen “Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni bazı ülkeler, “toplum yapımıza uymuyor” gerekçesiyle reddetti. Bazı ülkeler belirli maddelerine şerhler ve istisnalar koyarak kabul etti. Türkiye ise herhangi bir maddesine şerh koymaksızın gözü kapalı kabul ederek yürürlüğe koydu.

Süreç Türkiye’de çok hızlı işledi. Sanki birileri bir yerlerde düğmeye bastı ve Meclisteki 4 parti konu hakkında mutabık kalarak oy birliğiyle kabul etti. Hatta Türkiye, “Avrupa Konseyi Sözleşmesini  ilk imzalayan ve ilk onaylayan Ülke” olarak kayıtlara geçti. Üstelik bu durum Dışişleri Bakanlığının resmi internet sitesine bir övünç kaynağı olarak yer aldı.

İlgili sözleşme; 11 Mayıs 2011 tarihinde uluslararası katılımcılar tarafından İstanbul’da imzaya açıldı.

24 Kasım 2011 tarihinde meclisteki tüm siyasi partilerin kabul oyuyla jet hızında TBMM’den geçti.

29 Kasım 2011 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

2012’de ise Bakanlar Kurulu, bu ucube sözleşmeyi “Milletlerarası Sözleşme” olarak kabul etti ve Dönemin Cumhurbaşkanı da bu kararı onaylayarak yürürlüğe koydu.

Aile kurumunun temeline bir dinamit gibi yerleştirilen bu sözleşme, iddia edilenin aksine aileyi ve kadın haklarını korumadığı gibi hem anne, baba rolünü ortadan kaldırdı hem de sayısız yuva yıktı.

Umarım Siyasi iktidar yaptığı bu büyük yanlışı anlamış ve tez zamanda bu büyük sorunu çözmüş olur.

Yazarın Diğer Yazıları