ORUCA HAZIR MIYIZ?
Hamdolsun ki tekrar, kaskatı bir açlık ve susuzlukla karşı karşıyayız.
Oruç, üşüyen ruhumuzu açlık elbisesi ile ısıtmak, susuzluk elbisesiyle giydirmektir. Belki oruç, şehvetin, öfkenin, hırsın kirli pençelerinde kıvranan iz`anı ayağı kaldırmak ve şehrin kıyısında yaşayanları anlamaktır. Bu mübarek ay, şeytanı ve şeytani olan her şeyi damarlarımızdan çekip koparabilme fırsatıdır.
Dünyevi ihtiraslara karşı, ahiretin provasını oynamak…
Kendin olman için sana sunulan kadim bir reçetedir oruç, beşerlikten insanlığa giden yolun ilk basamağı.... Acziyetin zirvesine tırmanıp, seni boğmaya çalışanı adam etme uğraşısıdır oruç, adam olmaya adım atmaktır. Seni tutan her şeyin (ihtiras, hesapçılık, yalakalık, aşağılık duygusu-kibir …) yakasından tutup silkelemendir, üstündeki, ruhundaki tozları atmandır.
Bizim oruç tutmamız Allah`ın emri olduğu gibi orucun bizi tutması da Allah`ın emri değil midir? Oruç haram ile aramızda kalkan olamıyorsa, bizi boş işlerden alıkoymuyorsa, bizi kin, nefret, haset zindanlarından özgürlüğe uçuramıyorsa; bizdeki bencillik, ego ve kibir fazlalıklarını törpüleyemiyorsa sorun oruçta değil; bizdedir. Sorun gösterişçi dindarlıktadır.
Bu mübarek ay gösterişçi dindarlığa vurulan en büyük darbe olduğu halde, nedense bu ayda gösterişçi dindarlar meydanı sirke çevirir. Ramazan şenlikleri, havai fişekleri, çalgılar, yiyecekler, içecekler, sofralar, çöpe dökülen yemekler… Ramazan ayı değil sanki karnaval ayı. Gösterişçi dindarlık açlığa, herkes ile aynı olmaya gelemez, tefekkür edemez, eğlenmelidir.
Allah`ın rızasına erme adına 16-17 saat aç kalan Müslüman iftarını açar açmaz kahve köşesinde okey taşlarının arasına gömülüyorsa sorun oruçta değil; geleneksel dindarlıktadır. Geleneksel dindarlık dediysek, ceddinden tevarüs edilmiş değildir sahura kadar kahvede kalmak; belki son elli yılın seküler bid`atıdır.
Oruçta milletin keyfini kaçıran son kesim ise Modernist dindarlardır. Bu ülkede yüzbinlerin açlık sınırının altında olması pek de kendilerini ilgilendirmez, gençliğin heva ve heves peşindeki süfli hali pek enterese etmez yüce aydınlarımızı…
Onlar iftar ve sahur vakitlerinin zamanını tartışır,”abovv bi saat fazla oruç tutuyoruz” söylemi ile tüm bir ayı demogoji ile geçirir. Öyle çok konuşurlar ki 11 ayın acısını çıkarırlar izleyiciden…
Teravih namazının çok da gerekli olmadığını, peygamberimizin(sav) cemaatle teravihi çok az kıldığını, kandillerin İslam-dışı olduğunu söyler de söylerler…
Oysa Ramazan ayı, açlığımızın/susuzluğumuzun içine bilinç tohumlarının serpiştirildiği bir aydır. Bu tohum gündüz susuzlukla, iftar sonrası içilen bir bardak sudan sonra yürekten fışkıran “elhamdülillah” ile büyüyen bir tohumdur.
Bu tohum mümini sosyalleştiren bir tohumdur. Aç ve susuz kal ki aç ve susuzların; ezilmişlerin ve yalınayaklıların neler çektiğini anlayasın.
Bu bilinç tohumu ne karnaval havasındaki ramazan şenliklerinde ne kahve köşelerindeki okey taşları arasında ne de sihirli ve simli sözcüklere mekân olan dudaklarda yetişir.
Kalbin hazırsa o tohumun kök salacağı yer kalbindir.