İthal Kültürün Kutsalsız Çocukları
Kültür; yüce Allah’ın yaradılışta insan fıtratına kodladığı insani ve vicdani kavramların insana kattığı üstün değer ve erdemlerin zaman içerisinde harmanlanarak toplumlara kazandırdığı kimliktir.
Her ne kadar değişik toplumların değişik kültürleri var ise de temel insani ilkeler noktasında ortak paydada birleşir toplumlar. Her toplum kendi kültürünü benimser, her fert yaşayışında kültüründen izler taşır.
Dünya, tarihi boyunca birçok medeniyete şahit olmuş, birçok uygarlık kurulmuştur yeryüzünde. İlk insan Hz. Adem ile birlikte Allah insanlarla vahiy aracılığıyla sürekli irtibat halinde olmuş, insanı başıboş bırakmamıştır.
Aslında kültür ve medeniyetlerin oluşumunda vahy birincil rol teşkil etmiştir. Zaman içerisinde insanların yayılıp çoğalması, farklı çoğrafi bölgelere yerleşmesiyle yaşadıkları yerin iklim ve toprak özelliklerini de taşımalarına ve farklı kültürel motiflerin oluşumuna sebep olmuştur.
Esasen insanoğlu vahiy ile irtibatını her zaman diri tutamamış, zaman içerisinde haktan, doğruluk ve adaletten de böylece uzaklaşmıştır. Bu sapma sonucunda zulüm halkası sistemleşip devletleşince de gücün zirvesindeki kişi ve kuruluşlar insanlık vasfından terfi edip! Rablık taslamıştır. Değerler alt üst olmuş, uydurma kutsallar ve sözde tanrılar oluşturarak zülüm ve haksızlıklarına kendilerince meşru bir zemin oluşturmuşlardır.
Gücünü mazlumların emeklerinden ve sessizliğinden alan hakim güçler çıkardıkları kanun ve yasalarla güçlerini garanti altına almış, haksızlıklarına karşı çıkacak kişileri susturma adına mahkemeler ve insafsız cezalarla tarihin sayfalarına kapkara izler bırakmışlardır.
Müzikten resme, heykeltraşlıktan mimariye kadar hayatın her alanında bu ahlaksızlık ve yozlaşmanın emarelerine rastlamak mümkündür. Gönderilen peygamberler ile bu karanlık perde zaman zaman kaldırıldıysa da şeytan ve dostları hiç bir dönemde boş durmamış insanı vahyin öğretilerinden uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmış ve maalesef çoğunlukla başarılı olmuşlardır.
Genelde insanın düştüğü hataların başında gaflet, maddiyatçılık, şehvet, heva ve hevesler, güç ve iktidar kavgalarıdır...
İslamiyet’in gelişiyle birlikte tarih sahnesine yepyeni ve muhteşem bir medeniyet çıkmış. Bu medeniyet dört kıtaya yayılmış ve zulmün saltanatı ebediyen sallanmış birçok yerde yerle bir olmuştur.
Hak ve batılın mücadelesi hiç bir dönemde bitmedi ise de batıl medeniyetler her zaman zulüm saltanatının önünde en büyük engel olarak hep İslamiyet’i görmüş o yüzden her zaman Müslümanlar onlar için en büyük tehdit unsuru olmuştur.
İslamın hakim güç olduğu dönemlerde bu düşmanlıklarını gizliden gizliye sürdürmüşler. Son bir kaç yüzyıldır Müslümanların dünyanın genelinde güç kaybetmesiyle İslam düşmanları, Müslümanları yok etme girişiminde bulunmuşlar, hayat hakkı tanımamışlardır. Müslümanların farklı inançlara gösterdikleri müsamaha ve hoşgörünün çeyreğini bile Müslümanlara göstermemişler. Uygarlık ve hoşgörüleri, kucaklayıcılık ve özgürlükçü yaklaşımları her zaman kuru bir iddia ve boş bir safsatadan ibaret kalmıştır.
Bu zulüm ve baskı her yerde devam etmiştir. Halkı Müslüman olan ülkeler yoğun bir kültürel saldırı altında kalarak süper güçlerin bozuk ve zulmün kökenli sapkın kültürlerinin taarruzu altında yıllardır varlık mücadelesi vermektedir. Süper güçler, emperyalist ve sömürü düzenlerinin devam etmesi adına tüm kutsal değerleri yok etmek istiyor. Bu kutsal değer ve semboller her zaman için batıl nezdinde birer tehdit unsuru görüldüğü için sözlü ve fiili saldırılara maruz kalmıştır.
Son dönemlerde Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) ve geçenlerde Kâbe’nin resmine yapılan çirkin saldırının altında yatan sebep hep bu Kutsalların birleştirici özelliğinden korkmalarındandır.
Batılın teknolojik anlamda gücün sembolü görülmesi ve kültürel olarak toplumları erozyona uğratması sonucunda ülkemizde ve dünyanın genelinde inanç ve kültürel anlamda dejenere olmuş, garip ve ithal kültürlerin oluşumuna sebep olmuştur. Azınlık kültür mensupları ülkemizde yüz yılı aşkın bir süredir batının ve satılmışların desteğiyle zorbalık ve zulümlerini devam ettiriyor ve her fırsatta inançlı halkı aşağılayıp inancıyla dalga geçmeyi marifet olarak görüyorlar. Halkın iradelerini, kendileri gibi okumuş ve aydın! insanlara teslim etmelerini istiyorlar. Ama bir türlü anlamadıkları en büyük gerçek; bu halkın yüzyıllardır inanç, ahlak ve kültürü İslamiyet ile şekillenmiş olduğu gerçeğidir.
İslam’dan bütünüyle koparamadıkları bu halka ve onların kutsallarına saldırmaları bundandır. Dejenere ve ifsat projeleri devam edecek olsa da Allah'ın da bir hesabı vardır. Günü geldiğinde bu halkın eliyle unutamayacakları bir tokat yiyecekleri gün yakındır…