Çakıcı’nın Kazığı
Tarihinde büyük imparatorlukların hesaplaştığı Anadolu Kavşağı; “..Muassır Medeniyet seviyesinin üstüne..(!?)” vardı denilen dönemde, devlet dışı tanımsız unsurlardan kurtulamıyor.
Sayın Cumhurbaşkanı; “adalet, ekonomi ve demokrasi alanında devrim olacak reformlardan” bahsetti.
Adalet bakanı; “Yeter ki adalet olsun; isterse kıyamet kopsun” dedi.
Yetmese de pek güzel sözlerdi. Şakası bilem umutlandırdı. Arkasından Alaattin Çakıcı’nın ana muhalefet partisi Genel başkanının şahsında ülkede yankılanan ilkeleri(!?) geldi.
Şaka sandım ama hakikatmiş(!?) Resmi imza ve tarih var. Üstelik yayınladı.
“-Kazığa oturturum!” Nokta!
Düşünce, tüzük ve politikalarını asla takdir etmeyeceğimiz bir partinin genel başkanı olsa da ifadeler düşündürücü, ürpertici ve illegalitenin, müesses nizama meydan okuması…
Devletin kurucu partisi, Mustafa Kemal’in kendisini devlet yerine sayan yapısına karşı bu yapılıyorsa vatandaşın vay haline!
Bu durumda halk ne yapacak? Kime güvenecek? Nereye sığınacak?
Bir apartmanda, bir mahallede, bir ilde böyle birilerinin var olduğunu düşünün! Bir devlette böyle bir kişinin, -ağzım kurusun- böyle bir yapının/kişinin var olduğunu düşünün bir kere!
Düşünemiyorum! Umutlarım kırılıyor; hesaplar şaşıyor, dizlerin bağı çözülüyor. Ya katil, ya maktul ya da göçüp gitmez mi insanlar! Zaten yıllarca bunu yaşamadık mı? Buna şahit olmadık mı?
Her kes Köroğlu değil; her kes Battal Gazi değil! Her kes TRT’nin tarihi gerçekleri baypas ederek sunduğu Sultan Sencer veya Ertuğrul’un Osman’ı da değil.
Sessiz çoğunluk yani millet feleğini şaşırır. Sığınacak en yakın yer arar. Derken halk, devlet ile devlet dışı yapılar arasında gidip gelmez mi?
Halkın nezdinde, üç kişinin yargılandığı bir davada üç tane haklı oluşur.. Ağlayan, ağlatan ve davayı eleştiren seyirci...
Nasrettin Hoca fıkrası gibi. Hatırlayalım; Hoca şikâyete gelen iki kişiyi de haklı bulur. Hanımı: Hocaa! Bir davada iki taraf da haklı olur mu deyince Hoca: Hanım sen de haklısın der. Halkın durumu aynen de bu, hata beteri.
Çakıcı’nın yaptığında; küfür var, hakaret var, tehdit var.. Var da var. Bir yetkili, bir şeyler der, müdahale eder. Meclis, bir tavır koyar diye bekledim ama en yetkili ağızlarda dahi bu korsanlığa tık yok. Üstelik Devlet Bahçeli olaya sahip çıkıyor.
İktidarın bir ortağı da olduğu için daha da şaşırtıyor… Yarın sıra kimin acaba?
Bu sözler; kanunsuzluğun hükmettiği dönemin(28 Şubat) mağduru; kapısına bir gece ansızın tanımsızların dayandığı biri olarak bana kötü hatıralar anımsattı.
Göstere göstere… Göz, göre göre, gün ışığında çete hâkimiyeti…
Tam da umutlanmak istediğimiz bir dönemde bunlar yakışmaz, hayır ve bereketi götürür.
Anlamak zor. “Bu sizler; ülkenin güven ve sükûnetine mi? Bizzat Sayın Cumhurbaşkanına mı; yaklaşan seçimlerden dolayı iktidarı arkadan vurmak mı; farklı bir paralel teşebbüs mü; karanlıklara mesaj mı; kötü ruhları çağırma mıdır” bilmem ama hayra alamet değildir.
Yazıktır, günahtır, cinayettir. Çiğnenen adalet bir gün bize de lazım olur. Türkiye; her şeye rağmen umudun adresi olabilecek ülke. 15 Temmuz’da darbecileri nihai olarak gömdü(!?) denilen ülke.
Sığınacak yer arar gibi olan karanlıkların umutlanmaması lazım.
Elbette ki; “Adalet olsun; istese kıyamet kopsun!” Adalet olsun! Korkmayalım, kıyamet kopmaz; meşru olan her şey, işte o zaman beka bulur.
Dört Kanton ve dört resmi dilin hayat verdiği; dünya sermayesinin aktığı İsviçre’ye özendik galiba ama bir şeyler ters gidiyor veya tersine işleniyor. Sermaye kaçıyor, istikrar bozuluyor…
Beyin gücümüz bile yad ellere gidiyor. Nobel ödüllü Sencer, Firengistan’daki Covit 19 aşısını bulan iki Türk bilim insanı neden yâd ellere gitti?
Bırakın kendimize gelelim. Bırakın bu ülkede kanun/nizam var diyelim. Çilekeş insanımız: “Ben de bu ellerde Şah’a giderim” demesin!
Sakarya ve Fırat’ın hayat verdiği Masum Anadolum pek güzel amma:
“Şu Fırat’ın suyu akar serindir. Oy ..oy! / Yârimi götürdü, kanlı zâlimdir./Söyletmeyin beni yaram derindir! Oy oy!”
Yâri götüren değil; toprağa hayat veren Fıratların dilek ve temennisiyle; şifa Ya Şâfî! wesselam!