• DOLAR 34.703
  • EURO 36.749
  • ALTIN 2967.277
  • ...

Başbakan`ın asker kökenli Ergenekon-Balyoz sanıkları üzerinden yargıyı hedef alan sert açıklamalarının beraberinde getirdiği tartışmalar, Balyoz`dan 18 yıla mahkûm edilen Ergun Saygun`u ziyaret etmesiyle doruk noktaya ulaştı.

Kimileri, bu tutumu 2014 başkanlık seçimi hesaplarına bağlıyor.

Kimileri, İmralı üzerinden başlayan “diyalog” sürecine karşı yükselecek tepkileri dengeleme politikasına bağlıyor.

Kimileri, “biz daha önce aynı uyarıyı yapmıştık, o zaman dikkate alınmadık” diyerek “haklılıklarını” tekrarlıyor.

Kimileri ise, “hükümet-cemaat” kapışmasının yeni versiyonu olarak değerlendirip Başbakan`ın özellikle paşalar üzerinden yargıya yüklenmesine, oluşan yeni yargı vesayetinin ateşli savunuculuğuna oynayan “cemaat” kanadındaki tepkileri buna delil gösteriyor.

Cemaat kanadının ise, meseleyi “Başbakan kendi ayağına kurşun sıkıyor” şeklinde algılaması dikkatlerden kaçmıyor.

Yolu yargıya düşen herkesin özellikle Başbakan`ın yargıya yüklenmesine itirazının olacağını sanmamakla beraber, bu yüklenmenin çokça tartışmalı Ergenekon-Balyoz sanıkları üzerinden gerçekleşmiş olması tartışmaların odak noktasını oluşturuyor.

2007 yılında başlayıp günümüze kadar gelen Ergenekon-Balyoz operasyonları sürecinde bu odaklarla ilgili çizilen tablo, keşfedilip kuyruğundan tutulan iflah olmaz canavarın imha süreci şeklinde idi. Bu süreç aynı zamanda şimdiki iktidarın muktedirliğine giden sürecin de kapısını aralamayı beraberinde getirmişti.

Şimdi ne oldu da Başbakan birden farklı bir tavır takınma gereği duydu? Cellatlarına mı âşık oldu? Saf mı değiştirdi? Ya da “mahalle değişikliği” olarak adlandırılan “Ahmet Hakan Sendromu”na mı yakalandı?

Elbette şüphe dolu soruları çoğaltabilirsiniz. Ama yine de asıl olan “Ergenekon-Balyoz savunuculuğu mu; Yargı eleştirisi mi?” derseniz bu, daha ziyade meseleye nereden ve nasıl baktığınızla alakalı bir durumdur.

Hükümetin bu son çıkışının mutlaka birden fazla sebebi olmakla beraber iç-dış, bölgesel-küresel gelişmelerle de ilişkisi vardır. Ancak ilk emareler, iktidardan pay isteyen grubun, elindeki yargı despotizmi ile iktidar alanına “vur kaç” taktiğiyle yönelmiş olmasına verilen reaksiyon şeklindedir.

Yargı eliyle “vur-kaç” taktiği ve hükümetin buna tepkisi yeni değildir. Ancak hükümetin bu sefer yargı saldırısını tutuklu paşalar üzerinden püskürtme yöntemine başvurması, meseleyi “anlaşılmaz” kılan en önemli faktör olmuştur.

Bu yönteme yönelmek, gelinen noktada siyasi iktidarın büyük oranda “devletleşmesi” ile alakalı olduğu gibi, yeni uygulanan “paşalar stratejisinin” bir savunma enstrümanı olarak seçilmiş olması da bunun ucuz ve de risksiz bir enstrüman oluşundan ibaret olsa gerek.

Başbakan`ın son çıkışlarıyla başlayan tartışmaların muhtemel sebepleri tartışılmaya devam ediledursun, bu çıkışların geriye dönük uygulamalara etkisi ise ayrı bir sorgulamaya kapı aralamaktadır.

2007`den 2012 yılına kadar devam eden operasyon süreçleri karşısında Türkiye kamuoyu ikiye bölünmüştü: Operasyonları “şanlı Türk ordusuna karşı komplo” olarak algılayıp karşı çıkanlar ile cumhuriyet tarihinin geleneksel mağduriyetlerini iliklerine kadar yaşayanların destek açıklamaları…

Destekleyenler, hafızalarında yer edinen mağduriyetlerin acısı ve bu acının kaynağına yönelen operasyonlara karşı tabii ki farklı bir tutum takınamazlardı.

Karşı çıkanların ise, vesayete dönüşen geleneksel iktidarlarını kaybetmelerine tahammülleri olamazdı, olmadı da. Bununla beraber operasyon ve yargılamalarda süren uygulamalara yönelik “idarede yer edinme” suçlamaları ve buna binaen “komplo, sahte delil ikamesi” vs gibi çığlık boyutuna yükselen iddiaları da gündemden düşmedi.

Açıkçası devam edegelen zulümlerin kaynağı olarak söz konusu kliklere yönelen operasyon süreci, bu kliklerden şikâyet eden hepimiz tarafından haklı olarak desteklendi. Hatta öyle bir hava oluşturuldu ki, meseleye kısmen de olsa iktidarda yer edinme kavgası olarak bakmak “Ergenekonculukla” eş değer bir tutuma indirgendi.

Bu kliklerin iktidar alanından uzaklaştırılmaları elbette olumlu bir gelişme idi, hatta özgürlüklerin teminatı olarak algılandı. Ancak tasfiye süreci kısmen tamamlandığında, her kesimin asgari düzeyde de olsa farklı beklentilerinin karşılanması yerine, birilerinin “grup menfaatini” öne çıkararak yeniden Ergenekonlaşma özlemi içerisinde oldukları ortaya çıktı. Özellikle kuşatmaya alınan emniyet-yargı ikilisi üzerinden geliştirilen yeni hesaplar, farklı kesimleri bu kurumların uygulamaları karşısında adeta şoke etti.

Mesela bir teğmenin telefon rehberine, emniyetten fişli, yüzden fazla Hizbu-t Tahrir üyesinin/zanlısının telefon numaralarının yüklenmesi…

Mesela Hizbullah itirafçısı malum bir ismin ilk Ergenekon yargılamasında alelacele “gizli tanık”a dönüştürülüp kayda değer tek bir söz bile söyleyememesi…

Mesela Cübbeli`yi, çete bağlantısı üzerinden içeri atarlarken çete mensubu denenlerin salıverilmesi…

Mesela bir taraftan medya-polis-yargı kıskacına alınmışken, yargı “cemaatinden” paçayı kurtarma karşılığında Hizbullah`ı kurduğuna ikna edilen Jitem kurucusu Arif Doğan`ın kurgusal ifadelerinin kitaplaştırılarak cemaatin kontrolündeki bir yayınevi vasıtasıyla yayınlanması…

Şimdi, bugün için bizzat Başbakan`ın yargıya sert mesajlar vermesi ve bu mesajlarını paşalar üzerinden yapmış olması sürecin ana omurgasını desteklemek şartıyla geçmiş sürede cereyan eden hadiselerde sıkça dillendirilen “komplo, tasfiye, sahte delil ikamesi, vs.” suçlamaların da haklılık payına mı işaret ediyor?

Eğer o süreç, söylendiği gibi sadece bir “arınma süreci” değil de aynı zamanda komploların da belirgin olduğu bir süreç ise sürece, noktasından virgülüne kadar sorgusuz sualsiz destek veren bize, size, hepimize soğuk suya atılarak yavaşça kaynatılan “haşlanmış kurbağa” muamelesi mi yapıldı?

Değilse, 18 yıla kadar ceza bile almış paşalar neden “suçsuz!”

Ya da,

“Asarım, keserim, tepelerim, Fatih Camii`ni bombalarım” dediği iddia edilenler “suçsuzsa” toplamda 150 yıl ceza alan Elazığ İhya-Der müdavimlerinin suçu neydi?

Dahası…

Başbakan ve hükümet kanadının, suçlu diye yargıdan önce kamuoyunun vicdanında mahkûm edilen tutuklu paşalarla yeni bir uzlaşı arayışı söz konusu ise, yargıya yönelik haklılık payı çok yüksek salvolarla kamuoyunu bu kez “kızartılmış kurbağa”ya dönüştürmenin ön hazırlıkları mı yapılıyor?

İlk Ergenekon-Balyoz sürecinde kısmen “haşlandık.” Dış politikada “kızartıldık.” Şimdi de pazarlık masasında afiyetle yemeye mi yeltenecekler?