• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Basında Hizbullah`ın kuruluşu ve serencamı ile ilgili okuduklarımız bazen gülümsememize neden oluyor. Çünkü söylenenler o kadar çelişkili ki, yazı yazanların hiçbirinin araştırma zahmetine katlanmadıkları, önlerinde bulunan veya önlerine sürülen bilgilerle çalakalem yazdıkları hemen sırıtmaktadır.

Örneğin Ahmet Güner`in Aksiyon Dergisinde, 17 Şubat 2001 tarihinde yayımlanan yazısı bu tür bir garabete örneklik teşkil etmektedir. Yazısında Gaffar Okkan suikastına, içinde Molla Zeki Atak`ın da bulunduğu örgüt şurasının karar verdiğine dair bilgilerin bulunduğunu iddia ediyor. Aslında kahkahalara sebep olabilecek bu cümlelere sadece gülümseyerek es geçişimiz, İslami duruşumuzdan olsa gerek. Yoksa adama sormazlar mı, adı geçen maktul ile şura üyesinin ölüm tarihlerine hiç bakmadın mı diye? 

Molla Zeki Atak, 19 Şubat 1992 tarihinde PKK tarafından düzenlenen bir saldırı sonucu şehit oldu. 19 Şubat 1992 tarihinden itibaren hayatta olmayan Molla Zeki Atak, 24 Ocak 2001`de meydana gelen Gaffar Okkan suikastında nasıl şura üyeliği yapar? Bunu cevap beklentisi ile yazmıyorum. Sadece bilgisiz, belgesiz yazılanların bu kadarına da pes demek için kaleme alıyorum.

İsterseniz “Buyurun buradan yakın” türü bir başka örnek verelim. Hizbullah`ın kuruluşu ile ilgili resmi olarak yayınlanan raporların hemen hepsinde, Vahdet Kitapevi ve Abdulvahap Ekinci`nin ismi geçer. İlk önce Diyarbakır`da bu kitapevi açılmış ve İlim ile Menzil Kitapevleri buradan ayrılıp, faaliyet yürütmeye başlamışlar, şeklinde kanaat belirtilmektedir.

Bu bilgilerden hareketle, 02-03/02/2011 tarihlerinde Özgür Gündem gazetesinde iki bölüm halinde Hizbullah`ın gerçeğini yazdığını iddia eden Nihat KAYA, söz konusu yazısının “Kitapevinden Silahlı Örgüte” başlıklı bölümünde; “İlk önce Vahdet Kitabevi`ni açan Abdulvahap Ekinci çevresinde toplanan örgütten, 1980 yılında Menzil Kitabevi`nin, daha sonra da 1982 yılında da İlim Kitabevi`nin ayrıldıklarını iddia etmiş.

Şimdi de Abdulvahap Ekinci`nin, İstanbul`da Newsweek Dergisi`den Adem Demir`e verdiği ve Odatv.com`dan aldığım şu cümleleri hep birlikte okuyalım:

“- Neden size “Vahdet Kitabevi`nde Hizbullah`ın tohumlarını atan ve örgütü kuran kişi” deniyor?

Bilgiler doğru değil. İlim ya da Menzil kitapevleri Vahdet Kitabevi`nden doğmadı. Bunların başındaki kişiler de benden etkilenip örgüt kurmadılar. Evet, Hizbullah ile ilgili yazılan raporlarda ve kitapların hepsinde ismimden ve kurmuş olduğum Vahdet Kitabevi`nden bahsediliyor. Ben de bu bilgileri sonra öğrendim. Vahdet Kitapevi, İlim ve Menzil`den sonra açıldı.” 

Aslında Oda TV, Özgür Gündem ve benzeri solcu, laik ve derin çevreleri bir nebze anlayabiliriz. Çünkü analizlerinde, düşmanlık ve nefret duygularıyla hareket etmektedirler. Aksiyon ve türevlerinin de meramını anlayabiliriz. Çünkü küresel emperyal güçlerin kendilerine biçtikleri görevleri yerine getiriyorlar, diyebiliriz. Ancak İslami hassasiyete sahip olarak tanıdığımız ve kardeşlik hukuku çerçevesinde yaklaşım beklediğimiz çevrelerden aynı minval üzere yorumları okuyunca, yüzümüzdeki tebessüm, “Acı” bir hal almaktadır.

Yeni Akit Gazetesinde, 19 Ağustos 2014 günü Nizamettin Bekar`ın, IŞİD tehlikesine dikkat çekme amaçlı yazdığı yazısının, yine kendisinin sonradan yaptığı özür beyanında da belirttiği gibi amacını aştığı anlaşılıyor. Yine de bir zihniyetin ürünü sayılabilecek yazı, zanlar üzerinden ulaştığımız sonuçların ne kadar vahim olduğunu göstermek açısından ilgi çekicidir. Çünkü ABD ve israil ve de bilumum bütün Batı alemi, coğrafyamızda düşman olarak algıladıkları ve yok edilmesi için ihaleyi PKK`ye verdikleri bir yapının yine kendilerince kurulduğunu iddia etmek, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Bir de “1996 yılında birden bire ortaya çıkan” diye yazılan bu ülkenin doğusundaki İslami camianın, böyle birden bire şişeden çıkan cin olmadığını hatırlatmakta fayda var. Bu kardeşlerimiz empati yaparak acaba şöyle bir analiz yapamazlar mı?

Türkiye`nin tüm bölgelerinde İslami hassasiyete sahip insanlar olduğu gibi, ülkenin güneydoğusun da bu endişelere sahip Müslümanlar vardır. Tüm Müslümanlar gibi bu kardeşler de, Şeyh Said sonrası rejimin eritme potası ve patozundan geçen insanları kurtarma endişesi ile tebliğ faaliyetleri başlattılar. Bölgenin İslamileşmesi başta ABD ve israili fena halde korkuttu. Bu nedenle Batı âlemine şirin görünme derdindeki PKK, bu insanlara saldırdı ve onları bir bir vurmaya başladı. Bu kardeşler de ya bölgeyi terk edecek ya da İslami davalarından vazgeçeceklerdi. Ancak onlar üçüncü bir şık olan ve İslam`ın izzetini koruma olan şehadet ve cihat yolunu seçip, kendilerini tüm bölge ve dolayısıyla İslam alemine siper edip, bölgedeki ifsada engel olmaya çalıştılar.

ABD, İsrail, Laik Rejim, Derin Güçler ve en önemlisi PKK`nin tüm hesaplarını alt üst bu gelişme karşısında, saydıklarımızın basını toplu taarruza geçtiler.

Küresel güçteki bu basından etkilenip, analizler yapmak işte böyle garabet düşünceler ile neticelenmektedir, vesselam.