• DOLAR 34.681
  • EURO 36.722
  • ALTIN 2937.412
  • ...

27`DEN 29`A MAYIS FETİHLERİ

 27 MAYIS 639 AMED (AMİD, DİYAR-I BEKR, DİYARBAKIR)`İN, 29 MAYIS 1453 İSE İSTANBUL`UN FETHİNİN GERÇEKLEŞTİĞİ TARİHLERDİR. ÇOK UZUN YILLARDIR UZAK KALDIĞIMIZ FETİHLERİ YENİDEN YAŞAMAK İÇİN, FETİH ÜLKÜSÜNE SAHİP BİR NESLİN YETİŞMESİ GEREKMEKTEDİR. ANCAK YAZIMIZA BAŞLAMDAN EVVEL FETİH İLE İŞGALİN ÇOK AYRI KAVRAMLAR OLDUĞUNU DA BELİRTELİM.

 Amid-Amed-Diyar-ı Bekr-Diyarbakır`ın Fethi:

Hicretten sadece 18 yıl sonra El-Cezire Bölgesi denilen Güneydoğu Anadolu`ya İslam orduları seferler düzenledi. Amed, miladi olarak 27 Mayıs 639 yılında fethedildi. Bir yıl içinde Müslümanlar bölgeye tamamen hâkim oldular.

Dicle ile Fırat arasında geniş bir yer kaplayan ve Ruha (Urfa), Harran, Sümeysat (Samsat), Rakka, Hısn-ı Keyfâ (Hasankeyf), Âmid (Amed, Diyarı-Bekir, Diyarbakır), Meyyâfarikîn (Farkin, Silvan), Nasibin (Nusaybin), Mardin, Dara ve Ceziretü İbni Ömer (Cizre) gibi şehirlerden oluşan bölgenin, bir yıl içinde savaşla alınması ihtimal dışıdır. Zaten tarihçiler bölgenin tamamen olmasa bile, küçük çatışmalardan sonra sulhen (barış ve anlaşmalarla) alındığını kaydederler.

Bu da Hz. Ömer`i (r.a) suçlayarak Müslümanlar Kürtleri katletti şeklindeki iddiaların çürüklüğünü gösterir. Zaten bu görüş sahipleri iddialarına delil olabilecek hiçbir belge getiremiyorlar. Kendisi de bir Kürt olan İbnü`l-Esir bu bilgileri kaydettiği gibi birçok İslam tarihçisi benzer ifadeler kullanır. Diyelim ki İslam tarihçileri gerçeği gizledi. Peki, gayrimüslim tarihçilerin kaynaklarında neden böyle bir bilgi yok?

Fetih komutanı İyaz b. Ganm, Amed fethinin zor olduğunu belirtip ve burasının bölgenin anahtarı olduğunu, fethedildiği takdirde bütün bölgeye hâkim olunacağını bildirdi. Nitekim içinde 1000 sahabenin bulunduğu 8000 kişilik İslam ordusunun 5 aylık muhasarasından sonra surlar aşıldı ve Amed İslam beldesi oldu.

Fetihten önce Bizans ve Sasani Devletlerinin zulmü altında inim inim inleyen bölge halkı yeni fatihlerin adaleti karşısında şaşırmışlardı. Çünkü eski fatihler gibi kimseyi kılıçtan geçirmiyorlar, ibadetlerde serbestlik tanıyorlar ve ibadethanelere dokunmuyorlardı. Bu da yöre halkının gönüllerinin İslam`a ısınmasına vesile olmuş yani fethin en önemli ikinci kısmının tamamlanmasını sağlamıştır. Gönüller fethedildikten sonra Amed, İslam`ın en önemli kalesi oldu.

Konstantiniyye-İslambol-İstanbul`un Fethi:

 Şüphesiz bu fetih, tarihin en önemli hadiselerinden biridir. Çünkü tarihçilerin genel kanısına göre; ortaçağ ile yeniçağın ayrımını, İstanbul`un Fethi oluşturur.

Hadis kitaplarında; İstanbul`un fethedileceğine dair hadis bulunmaktadır. Tabi hadisin sahih olup-olmadığı hususu ayrı bir tartışma konusu. Ancak hadisin kitaplarda geçmesi Müslümanların bu hadise mazhar olmak için, İstanbul`a akın üzerine akın düzenlemelerine sebep olmuştur. Örneğin Emevi Devletinin Kurucusu Muaviye, oğlu Yezid`in komutasında, bir ordu sevk etti. Her ne kadar sefer Yezid`in kahramanlaştırılması veya yönetimine meşruiyet kazandırılmasına yönelik olsa bile bu ordunun içinde sahabeler de vardı. Onlardan biri; Ebu Eyyub el-Ensari`dir.

Peki, yaşı epey ilerlemiş olan, piri fani diyebileceğimiz bu sahabeyi İstanbul`un önüne kadar getirten esas amil nedir? Bu durum, İslam sedasını en gür şekilde, surlardan haykırma heyecanı ve İslam sancağını daha ileri taşıma şevkinden başka bir şey ile ifade edilemez. Aynı Diyarbakır fethinde 1000 sahabenin şehrin surları önüne gelmesi gibi.

Ancak Müslümanların akınları sonuçsuz kalıyordu. Yüksek surlar, Grejuva ateşi denilen savunma silahı, Haliç`i kapatan zincirler bir türlü geçit vermiyordu.  Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular`ın dönemi gelip, geçti. Osmanlıların Fatih`i, II. Mehmet, bu engelleri nasıl aşarım diye uzun uzun düşünmeye başladı. İstanbul`un fethi mutlaka gerçekleşmeliydi. Ama nasıl alınacağı hususunda çareler aranması gerekiyordu. Bunun için yeni topların geliştirilmesi gerekiyorsa, geliştirilecekti; Haliç`in zincirlerinden kurtulmak için karadan gemilerin yürütülmesi gerekiyorsa, yürütülecekti; su engeli gemilerden oluşturulacak köprülerle aşılması gerekiyorsa, aşılacaktı; ama illa ki fetih gerçekleşecekti. Çünkü zaman II. Mehmet`in tahta çıkışı ile kemale ermişti. Vakti gelen olayın gecikmesi mümkün değildi. Nitekim 29 Mayıs 1453 günü İstanbul fethedildi.

Artık Osmanlıların payitahtı İstanbul`du. İlk etapta Ayasofya camiye çevrilip, ibadete açıldı. Fatih Külliyesinin içinde Sahn-ı Seman Medreseleri yapıldı. Kısacası İslami kültür yavaş yavaş Konstantiniyye`yi İslambol yaptı. Bu gün İslam kültürü mirası açısından saygıdeğer bir şehir konumunda olan İstanbul, önemli bir merkezdir.

Fetih Ruhu:

Emeviler çok uzun yıllar İspanya`da kalmalarına rağmen, İslami kültürü oraya hâkim edemediler. Günümüzde, bir zamanlar İspanya`ya İslam hâkim olmuştur demek için, şahit aramak zorunda kalıyoruz. Çünkü toprağı fetheden Emeviler, gönüllerin fethinde başarısız olmuşlardı. Ama Diyarbakır ile İstanbul`un surlarını aşan Müslümanlar, gönüllerin surlarını da aşabildiler. Yoksa “İstanbul'un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten evladır.” sözü öylesine söylenmiş bir söz değildir. Bu da fetihlerin önemli olan ikinci yönü, yani gönüllerin fethi ile başarıldı. Toprakların fethinden sonra, gönüllerin fethi elzemdir. Bu durumda fethi gerçekleştirecek kişiler, askeri komutanlar değil; dervişler, âlimler, kısacası gönül ehilleridir.

Derler ki Kudüs Müslümanların elinden çıktıktan sonra Selahaddin doğru dürüst uyumuyormuş. Hatta yemeden içmeden kesilmiş. O`nu görenler hep kederli, mahzun ve son derece üzüntülü bir halde olduğunu ve hiç doğru dürüst yemek yemediğini, pek gülümsemediğini söylerlerdi. O`na bu halinin nedenini soran birisine şöyle demişti: “Kudüs şehri ve Mescid-i Aksa haçlıların işgali altında olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim. Nasıl olur da sevinebilirim ve nasıl olur da istediğim gibi rahatça yemek yiyebilirim? Hele hele gözüme nasıl uyku girebilir?”

Kadı Şehauddin ibni Şeddad, Selahaddin`in yakın adamı ve sırdaşıydı. O, Selahaddin`i şöyle anlatırdı: “Selahaddin, Kudüs hakkında öyle gamlıydı ki, O`nun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları Kudüs`ü kurtarmak için cihada davet ediyordu. İnsan toplulukları arasına dalıp “Ey Müslümanlar! İslam için! İslam için!” diye bağırıyordu. Gözlerinden daima hüzünlü yaşlar dökülüyor ve kuruduğu görülmüyordu. Hele Akka`ya baktığı zaman kendine bir türlü hâkim olamıyor ve halkına yapılan işkence ve zulümleri hatırlamak istemiyordu. Bir türlü boğazına yemek girmiyordu. Durmadan ilaç içip durduğu halde yemek yemiyordu. Hatta doktorlarından biri Cuma gününden Pazar gününe kadar sadece bir günde bir iki lokmalık bir şeyler yediğini söylemişti.”

Aslında fazla söze gerek yok. Bu fetih ruhuna sahip insanlar yetiştirmek elzemdir. Tabi gönül fetihlerini gerçekleştirecek davetçileri de.