Şehadet ve şubat
Aslında tabiat ile birlikte sanki daralıyor çember. Ocak ayından itibaren hazırlık yapıyor kervan. Ocak`ın 7`si, 17`si, 27`si derken şehitler başlıyor yürüyüşe.
Ama Şubat dedik mi, İlkbahar`a yakın olması hasebiyle yolcular sıklaşıyor. 40 bin Hama şehidi, İskilipli Atif Hoca, Erbilli M. Esad Efendi, İmam Hasan El-Benna, Seyh Said ve arkadaşları, Malcolm X, El-Halil Camii şehidleri, Şeyh İzzeddin El-Kassam, Seyyid Abbas Musavi, Şeyh Ragıb Harb, Şeyh Şamil, Süleyman Akyüz, Metin Yüksel…
Ocak, Mart, Nisan ve diğer ayların bir farkı yoktur şahadet açısından. Ama yüzlerce âlim ve dava lideri Şubat ayında şehid olduğundan bu aya ayrı bir önem vermek gerekiyor. Peygamber`in bile “Canım kudret elinde olan Allah`a yemin olsun ki Allah yolunda ölüp dirilmeyi sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi ve yine öldürülmeyi isterdim.” diyerek özlemini dile getirdiği bu mertebe, özellikle Şubat ayında işlenmeli, anlatılmalı ve bir sonraki nesle miras bırakılmalıdır.
Adlarını anamadığımız ve Şehid-1, 2 ,3…… diye devam edip uzayıp giden kasetlerde ismi geçen, pazularından öptüğüm yüzlerce yiğidi minnetle yad ediyoruz. Onlar birbirlerini sokaklarda gördüklerinde Asr suresini okuyup, öyle selamlaşırlardı. Şehid olma duasıyla kendilerinden önce şehid olan arkadaşlarının elbiselerini giyip dışarıya çıkarlardı. Vedalaştıklarında şehid olabileceklerini hesaba katıp helalleşirlerdi. Çoğu ekonomik boykot altında olduklarından karınları aç bir şekilde şehid olurlardı.
Bu açları doyurmaya çalışan Seyyid Hüseyin ve Hasan`ı anmadan geçmek olmaz elbette. Çünkü İdil ve Cizre mustazaf civanmerdleri yiyecek ekmek bulamıyorlarken, Seyyid Hüseyin ve Hasan, onlara ekmek yetiştiren kamyona eskortluk yapıyorlardı. “Aman ha, kamyona bir şey olmasın, onlarca çocuk bizleri bekliyor” diye kendilerini öncü olarak ileri atıyorlardı.
Konunun hassasiyetini belirtmek için yine İdil`den bir olayı aktarmak isterim. Üç arkadaşımızın evleri aynı avluya çıkıyordu. Bunlardan birisinin çok çocuğu vardı. Hemen hepsinin yiyecek hiçbir şeyleri yoktu. İlçemizden insaflı biri durumu fark ettiğinde, gidip fırından bir çuval ekmek almış. Ancak bu kişilerin kapısına varıp, vermeye cesaret edemediğinden, duvarın üstünden ekmek çuvalını atmış. “Pat” diye bir ses gelince bu üç aile çocukları ile birlikte dışarı fırlamışlar. Bakmışlar ki avlu duvarının dibinde bir çuval duruyor. Tabi korku had safhada. Avluda duran patlayıcı dolu bir çuval da olabilirdi. Uzun uzun sopalar vasıtasıyla çuvalı evire çevire açmışlar. Bir de ne görsünler. Çuval mis gibi kokan taze fırın ekmeği ile dolu. Çocuklar saldırmışlar. Ama babaları engel olmuş: “Aman ha...! Hiç kimse yemesin, bizlerin aç olduğunu biliyorlar, zehirli ekmek göndermiş olabilirler.” demişler. Öylece beklemişler ekmek çuvalına bakarak. Çocuklar ekmeğe, ekmekler çocuklara bakmış. En sonunda biri kendisini feda ederek; “Ben yiyeceğim, eğer bana bir şey olursa siz yemezsiniz” demiş. Ekmekten bir parça almış, yemiş ve zehrin etkisi için bir süre beklemiş. Kendisine bir şey olmayınca; “Kardeşler bu basbayağı ekmek yahu, herkes yesin” demiş. Çocuklar saldırıya geçmiş. O gün katıksız olan fırın ekmeği pişirilmiş bir kuzu gibi gelmiş kendilerine.
İşte Seyyid Hüseyin ve Hasan böyle açları doyurmak için çaba harcıyorlardı. Ama beyaz renkli stejın arabaları göze batmaya başlamıştı. En sonunda Cizre`ye yakın bir noktada yollarını kestiler. İkisini kaçırdılar. Sonradan duyduğumuz kadarıyla vücutlarına naylon erite erite şehid etmişler. Şu anda ziyaret edeceğimiz bir mezarları bile yok.
Kalem, kelam ve konferans Müslümanlarına duyurulur.