• DOLAR 34.359
  • EURO 36.384
  • ALTIN 2826.658
  • ...

 Geçen hafta sanata sahip çıkmadığımızı, bu alanı boş bıraktığımız için üretim kabızlığı çekenlerin oluşan boşluğu doldurduğunu, dolayısıyla kusurlu olduğumuzu belirten, özeleştiri niteliğinde bir yazı yazmıştım.

Allah elmayı yaratmış ama elmanın tadına varacak damağı da var etmiştir. Ya da gülün kokusunu halk etmekle kalmamış, bu nefis kokuyu hissedecek burnu da yaratmıştır. Buna benzer harika manzaraları gören gözlerimiz ayrı bir yaratma şaheseridir. Kâinattaki her sesi değil, ancak duyulması gereken kadar ses titreşimlerini algılayan kulaklarımız muhteşem organlarımızdır.

Bütün bunlar gibi Allah içimize sanat duygusu, üretme kabiliyeti yerleştirdiyse, elbette bu yeteneğin uygulama alanına göre değerlendirilmesi, bizlerin cüz’i iradesine bırakılmıştır. Ama Müslüman olarak hayatımıza çeşitli kısıtlamalar getirerek, hele ki bu çağda sinemayı, tiyatroyu, resim, karikatür vb. alanlarda hiçbir şey üretmeyerek, alanı boş bırakmak akıl kârı değildir.

Bizlerin boş bıraktığı bu alan, isim yapma derdinden başka bir gayesi olmayan, unutulmaya yüz tuttuklarında ise saçmalayarak kendini tekrar gündem edinmek isteyen kişilerce doldurulmaktadır.

Böylece seküler kesimin tekeline geçen sanat, sürekli olarak değerlerimize saldırdı, inancımızı dövdü. Yıllarca filmlerde imam/hoca karakterleri hep sahtekâr, bağnaz bir tipleme ile karşımıza çıkarıldı. Şaban veya Ramazan gibi İslami isimler, aptal anlamında kullanıldı.

Hababam Sınıfı diye seri şeklinde çekilen filmlerde, olumlu birkaç davranışın perdesi altında, nice kötü huylar topluma enjekte edildi. Filmde hırsızlık, gasp, sahtekârlık gibi davranışlar; samimiyet, arkadaşlık gibi hasletlerin içine enjekte edilerek toplumumuza aktarıldı. Hababam film serilerinde; kopya çekmek, okuldan kaçmak, öğretmenlerle dalga geçmek, dersi kaynatmak, evlilik dışı ilişki yaşamak ve birliktelikten çocuk peydahlamak, yarışmalarda gayrimeşru her türlü yola başvurmak gibi hasletlerin hepsi mevcuttu.

Yıllarca bizler bu tür filmlere gülüp geçtik. Ama gizliden gizliye bilinçaltlarımıza zararlı ideolojiler şırınga edildi. Zamanla işi iyice azıtıp, yengeleriyle birlikte olma gibi bir sürü cinsel sapıklığa cevaz verecek filmler kurguladılar.

Türkiye’de sanatçı olma ya da sanat camiasında yer edinmedin yegâne şartı; İslam’a saldırma, inancı küçümseme, toplumun değerlerine saldırma şeklinde bir teamül oluştu. İslam medeniyetinin bizlere kazandırdığı muazzam bir kültür birikimi var iken, sanatçı takılan bu grubun böyle pervasızca içinden çıktıkları topluma saldırmaları, kanaatimce bizlerin sanata olan ilgisizliğimizden kaynaklanıyordu.

Bazen şöyle bir şey gelir aklıma: Acaba ABD, şu an sahip olduğu kovboy tarihi yerine, bizim geçmişimize sahip olsa idi, neler neler yapardı? Ne muazzam filmler, sanat eserleri, romanlar, tiyatro oyunları sergilenirdi ama değil mi? Adamlar “Vahşi Batı” diye tanımlanabilecek geçmişlerini dahi sempatik hale getirmeyi sanat adı altında başarabilmişler.

Bu anlamda ben western filmleri izleye izleye kovboy hayranı, kızılderili düşmanı olmuştum. Büyüyüp tam tersine alışabilmek hayli zamanımı aldı. Şu an bilmem ne kuşak gençlere Batı’nın vahşiliğini belletmek aynı şekilde zor oluyor. Malik el Şahbaz (Malcolm X) ne güzel ifade etmiş: “Eğer dikkatli değilseniz, gazeteler sizin zulüm gören insanlardan nefret etmenizi ve zulmü uygulayan insanları sevmenizi sağlar.”

Aynı sözleri söyleyip, cümledeki “gazete” yerine “sanat” kelimesini yerleştirirseniz, herhalde meramım daha iyi anlaşılır.