• DOLAR 34.426
  • EURO 36.418
  • ALTIN 2840.949
  • ...

Türkiye, Dünya ile birlikte Covid-19 pandemisi ile mücadele ediyor. Bu çerçevede önüne hedefler koymakta ve peyderpey normalleşme programları uygulamaktadır. Bilim kurulu ve idareciler tedbirli bir şekilde yasakları gevşetmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye’nin corona görüntüsü bu iken, siyasi gündemini yeni Anayasa işgal etmektedir. Kaç haftadır bu konu üzerinde yazıyorum ki kanaatimce bu çok önemli bir meseledir. Öyle ki önümüze seçenekler konup, çeşitli vaatlerde bulunulsa ve bu seçenekler içinde yeni sivil bir Anayasa varsa, şüphesiz toplumun hepsini ilgilendiren Anayasa seçeneğini seçerim.

Türkiye’nin pandemiden kurtulup, yeni bir normal hayata geçmesi gibi, aslında darbe ürünü Anayasalardan kurtulup, normale dönmesinin zamanı gelmiştir. Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan bu duruma vurgu yapıp, yeni bir Anayasa’nın yapılacağını söyledi.

01/03/2021 günü pandemi nedeniyle yaptığı açıklamada, yeni Anayasa ile ilgili olarak destek istedi. Türkiye’de vesayetçiler hariç herkesin yeni Anayasa’ya sıcak baktığı kanaatindeyim.

Eski Cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel, mevcut Anayasa’nın halkın % 91’inin desteğini aldığını beyan etmişti vakti zamanında. İsterseniz bu sonucun alındığı ortamı bir anekdot ile anlatmaya çalışayım.

12 Eylül darbesinin hemen ardından bizim ilçede kadınları gözaltına almaya başladılar. İlçemize “Dördüncü Murat” diye biri tayin olmuştu. Tabur komutanı olan Dördüncü Murat, bütün bir İlçeye işkence ediyordu. Annem, halalarım ve mahalleden birkaç kadın bizim biraz kuytu olan odunluğumuzda geceliyorlardı. Dördüncü Murat’ın amacı, kadınlara karşılık halktaki silahları toplamakmış. Devletten ziyade kabile uygulamasına benzeyen bu yöntem, Kürt milletinin hafızasında yaşıyor.

12 Eylül’den yıllar sonra Konya’ya yerleştim. Burada adı “Durmaz” olan bir hemşerim ile tanıştım. Memleketimizde hiç kullanılmayan “Durmaz” isminin hikâyesini merak ettim ve kendisine sordum: “Abi” diye başladı. “12 Eylül darbesinde bizim köyün bulunduğu karakola “Kara Bela” isimli bir komutan gelmişti. Bu adam kadınları gözaltına alıyordu. Annem de gözaltına alınanlar arasında idi. Meğerse o zaman bana hamileymiş. Askerler kendi aralarında konuşurken; “Bu kadınlar burada durmaz” diye söyleniyorlarmış. “Durmaz” lafını çok kullanınca, Türkçe bilmeyen annemin aklında kalmış. Bir süre sonra ben doğunca adımı, o günün anısına “Durmaz” diye koymuş.

İşte böyle bir ortamda halkın oyuna sunulan 1982 Anayasası yüksek bir evet oyu aldı. Ülkenin olağanüstü bir dönemden geçtiği halk oylamasının, olağan olması beklenemezdi. Tabi bu arada 5 generalin bir araya gelip, Anayasa’ya eklettikleri ve değiştirilemez olan ilk üç madde, darbenin sert mizaçlı mirası olarak kaldı.

Değiştirilmesi bir yana, değiştirilmesinin teklif dahi edilememesi, yenilikçi düşüncenin önüne bir set olarak konuldu. Örneğin Atatürk ilkeleri, Anayasa’nın başlangıç kısmında zikredilmekte ve ikinci maddede ise bu başlangıçtaki ilkelerden bahsedilmektedir. Dördüncü madde, ikinci maddenin değiştirilmeyeceğini garanti altına almaktadır.

Oysa günümüzde Devletçilik ilkesi ile ekonomik hayat çok eskimiş bir hal almıştır. Belki Cumhuriyetin ilk kuruluşunda, özel sermayenin el atmadığı hususları devlet eliyle idame etmek gerekiyor olabilirdi. Ama günümüzde bu tür bir ekonomi, eski Varşova Paktı ülkelerine benzemek anlamındadır.

Fakat ne gariptir ki, ilk üç maddesinde atıfta bulunulan bu maddeyi değiştirmeyi teklif dahi edemiyoruz.

Bence yeni normalleşme adına teklif edebilmeliyiz.