11’inden çok sonra
11’indeki küçük kız artık büyümüştü. 12, 13, 14 ve 15 derken, genç kız denilebilecek yaşa gelmişti. Tabi dertleri, amaç ve hedefleri de büyümüştü. Artık O, taze tandır ekmeğinin ya da bayramda yiyeceği renkli şekerlerin veya giyeceği güzel bir elbisenin peşinde olamazdı.
Çocukken çektiği çileleri unutması imkânsızdı. Hele hele iki teneke buğdayı öğütmek için komşu köye ablası ile yaptıkları o maceralı yolculuğu aklından atamıyordu. Kim bilir kaç bayram şekersiz ve yeni bir elbise giymeden geçirmişlerdi. Ama iş bunlardan çok daha öteydi.
Ortada peygamberlerin, nebilerin, şehitlerin, sıddıkların, Allah dostlarının ve İslam yarenlerinin bir davası vardı. Babası ile birlikte ailesinin ve komşu köylülerin çektiği bunca çile, işte bu dava nedeniyle idi.
Genç kız bir karar vermişti. Bu dava çok büyük olmalıydı ki bunca eziyete duçar oluyorlardı. Şu halde, o da davanın bir ferdi olmalıydı. Aslında küçüklüğünden bu yana dedesi kendilerine İslami terbiye vermeye çalışmıştı. Ama o bundan ötesini hedefliyordu.
Dayısı ilim sahibi bir Molla idi. Dayısının kızına müracaat ederek, Seyda’dan ders almak istediğini belirtti. Kur’an dersini daha önceden almıştı. Medrese usulü ders almak en iyisiydi. Dayısının kızı ile birlikte Seyda Dayı’sından İslami ilimler tahsil etmeye başladılar.
Genç kız tefsir, hadis, fıkıh dersleri aldıktan sonra, köyün kızlarına faydalı olmak için ders vermeye karar verdi. Hemen caminin uygun bir yerinde Kur’an dersi vermeye başladı. 100’ün üzerinde talebesi vardı. Bunları yaşlarına göre gruplandırıp, seviyelerine göre ders veriyordu.
Öyle ki, artık köyde genç kızlardan müteşekkil bir mektep vardı. Bunlardan yaşları ve seviyeleri uygun olanlar, onunla birlikte Sayda Dayı’nın yanına gidip ders alıyorlardı. Bu seçkin grup çevre köylerde Kur’an dersi vermeye başlamışlardı. Artık bu köylerin camilerinde de genç kızlar İslami tedrisata başlamışlardı.
Tabi bütün bu çalışmaların merkezinde, 11’inden sonra kendisinden bahsetmeye çalıştığımız ve artık bir genç olan kız yer alıyordu. Memlekette 28 Şubat süreci başlamış ve köylüler grup grup gözaltına alınıp, işkencelerden geçiriliyorlardı. Ahali tedirgin olmaya başlamıştı.
Akşam bir akraba topluluğu genç kızın babası ile konuşmak için toplandılar: “Biliyorsun memleket 28 Şubat günlerini yaşıyor. Herkes tedirgin. Köylülerimiz gözaltına alınıp, türlü türlü işkencelerden geçiriliyorlar. Acaba kızın derslere ara verse ve çarşafı geleneksel elbiselerle değiştirsek mi? Maslahat bunu gerektiriyor kanaatindeyiz. Bu konuda ne dersin?”
Baba kızmıştı: “Sizlere ne oluyor da o ambargo günlerini Allah’ın yardımı ile aştığınızı hemencecik unuttunuz. Benim kızlarım çarşaf giymeye ve camiye bir tek çocuk dahi gelse, ders vermeye devam edecekler.”
Mesele kapanmıştı.
Fakat genç kız iyice göze batmıştı. Fesat gözler hep onun üzerindeydi. Aslında baba da endişe ediyordu. Kız haliyle gözaltına alınsa, bu kadar erkeğin içinde bir başına pek hoş olmayacaktı. Onun için kızını akşamları bir akrabasının evine götürüyor ve sabah oradan alıyordu.
Genç muallime akrabasının evinde samanlık gibi bir yerde yatıyordu. Geceleri bin bir haşarattan korkuyordu ama gözaltına alınmaktan daha iyiydi bu durum.
Okyanus ötesinden kurgulu resmi görevliler, köye baskın üstüne baskın yapıyor ve köylüleri grup grup götürmeye devam ediyorlardı.
Genç kız talebelerini kuytu köşelerde de olsa yetiştirmeye devam ediyordu. Bu şekilde yüzlerce kız Kur’an okuyup, İslami ilimleri tedrisi sürdürebiliyordu. Şartlar ne olursa olsun Seyda Dayı’dan öğrendiklerini öğretmeye devam edecekti. İlminin gereği de buydu.
Allah size rahmet etsin Seyda Dayı: Molla Said Saka.
Ve de binlerce talebenin yetişmesine vesile olan Mehmet Sudan Hoca.