• DOLAR 34.648
  • EURO 36.616
  • ALTIN 2934.539
  • ...

Cumhurbaşkanının etrafındaki pervaneler genellikle “Padişahım çok yaşa” söyleminde olduklarından, haklı bildikleri bir konuda dahi, Cumhurbaşkanı dile getirmedikçe kendileri bir şey söylememe yolunu tercih ediyorlar. Bu şekilde davranmakla Cumhurbaşkanına iyilik değil, kötülük yapıyorlar.  

Bilindiği üzere bu Ülke 28 Şubat diye bir darbe (Post modern falan değil, basbayağı darbe) yaşadı. Her darbenin olduğu gibi bu darbenin de yığınla mağdurları oldu. Darbeyi yapanlar, sürecin 1000 yıl süreceğini söylüyorlardı. Ancak hâlihazırdaki iktidarın idarede olması dahi, 28 Şubat`ın sonu olması için yeterli bir gerekliliktir.

Doğrudur, birçok konuda hesaplaşmalar oldu. Katılıyorum, belirli hususlarda iyileşmeler de yaşandı. Ancak bu darbe sonucu hapse atılan ve halen bu süreçleri sonlanmayan, bizim mahallede “Yusufi” dediğimiz ve masumiyetlerine toplumun kanaat ettiği 600 kişilik bir mağdur kesim vardır.

Masum olduklarını nereden mi biliyorum? Ben yine bizim mahallenin dili ile anlatayım. Çünkü sorumluluk makamında olanların bu dili bildiklerini farz ediyoruz.

Efendim, Hz. Ömer elindeki yalın kılıçla, Hz. Peygamber (sav)`i öldürme kastı ile giderken, Nuaym bin Abdullah isimli akrabasının yönlendirmesi ile yönünü kızkardeşi Fatıma binti Hattab`ın evine çevirdi. Çünkü Fatıma ve kocası Said bin Zeyd`in Müslüman olduğu bilgisi verildi kendisine.

O sırada belirtilen evde bir Kur`an öğreticisi vardı: Habbab bin Eret. Bu Kur`an öğreticisi, yeni gelen Ta-ha suresinin bazı ayetlerini ev sakinlerine öğretmekle görevliydi. Hz. Ömer eve yaklaştığında muallimin sesi ile Kur`an tilavetini duyuyordu. Hışımla içeri girdiğinde, bu muallim için evin kuytu bir köşesine saklanmaktan başka bir çare yoktu. Ama evdeki karı ve koca, tabiri caizse suçüstü yakalanmışlardı.

Şimdi bu baskının, Hz. Ömer yerine 28 Şubatçılar tarafından yapıldığını farz edelim. Zamanın şartlarına göre Habbab`ın alacağı ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis olurdu. Çünkü Kur`an öğretmek gibi büyük bir cürüm işlemişti. Habbab`ın bir terör örgütüne üye olduğu, dolayısıyla ilgili mevzuatın gerektirdiği ceza ile tecziyesine karar verildiği bildirilecekti.

Çok mu farklı bu günkü mağdurların yaptığı iş? Habbab`ın o gün yaptığı işin bir benzerini yapmaktaydılar. Yani kendi bulundukları yerlerde İslam`ı tebliğ ediyorlardı. Sohbetler yapıp, çevrelerindeki insanlara Kur`an, siyer, fıkıh vb. konularda eğitim veriyorlardı. Allah`ın gönderdiği son ilahi kelamın tedrisi ile uğraşıyorlardı.

Darbe dönemleri fırtınalı olur ve genellikle yaş ve kuru birlikte yanar. En yakın örneği; 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan Bylock mağdurlarıdır. Bu mağdurlar teknolojik olarak fark edilmeseydi, bilmem kaç yıl daha cezaevinde kalacaklardı. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül sonucu oluşturulan mağduriyetlere şu an gözyaşı dökmekteyiz. Günün şartları icabı idam edilen Adnan Menderes ve arkadaşlarına şu an mersiyeler okumaktayız.

Fakat bu yılki Şubat ayında biraz umutlandım diyebilirim. Çünkü Cumhurbaşkanına Senegal`de “28 Şubat mağdurlarının özgürlüklerine kavuşmaları veya iade-i itibarlarının sağlanması için yeniden yargılanma süreci başlayacak mı” şeklinde bir soru soruldu. Yanıt umut vericiydi: “Bu konu ile ilgili Adalet Bakanlığı`nın yaptığı bir çalışma var. Biz arkadaşlarımıza, “Bu konuda adaletin tecellisi için bir yasal çalışma yapın” dedik. Şu anda Adalet Bakanlığı`nda böyle bir çalışmayı arkadaşlarımız yürütüyorlar.”
Konu ile ilgili duyarlı davranan köşe yazarları gündemlerine bu konuyu taşıyorlar. Örneğin AK Parti Milletvekili olması hasebiyle Mehmet Metiner`in dün (5 Mart 2018) Star Gazetesi`nde yazdığı; “Bitsin bu zulüm, bitsin artık!” başlıklı yazı önemliydi. Çünkü icra makamının bir vekili olarak gündemi bu kadar çarpıcı bir başlıkla değerlendirmesi, yabana atılacak türden bir şey değildir. Aynı minvalde Mehmet Toprak`ın, Diriliş Postası`nda dün kaleme aldığı “Adalet Lütuf Değil, Haktır” başlıklı yazısı da bahsedilen mağduriyetleri dile getiriyordu.

Bu nedenle başlığa umudumu yazdım. Belki bu son Şubat olur veya sondan bir önceki. Her ne kadar gecikmiş adalet, adalet sayılmıyorsa ve her ne kadar yitirilen bunca yılın telafisi olmazsa da, buradan icra makamına bu işi ahirete bırakmamalarını âcizane tavsiye ederim.

Çünkü bizzat bu yazının yazarına, gözaltı sürecinde; “Eğer istediklerimizi söylemezsen –benim gözlerim bağlıydı ama yanlarında bir çuval olduğunu söyleyerek- şu çuvaldaki cesedi senin üzerine yıkarız.” diyorlardı. Dediklerini gerçekleştirselerdi kim bilir şimdi hangi hapishanedeydim?