Müminin ferasetinden korkun...
Feraset, anlam olarak zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlama kabiliyeti, bir insanın ahlakını, kabiliyetini yüzünden okuma melekesi demektir. Düşüncede tutarlı olmak, bir şey hakkında karar verirken düşünerek karar vermek, henüz meydana gelmemiş bir şeyin neticesinin varacağı noktayı ve gerçek mahiyetini görebilmektir.
Ferasetin zıddı ahmaklıktır, aklıselim ve sağlıklı zekâdan mahrumiyettir. Ferasetli kimselerin huzurunda uyanık olmalı, edep ve fazilete aykırı şeylerden kaçınmalıdır. Bir kişi işlerin iç yüzünü görebildiği, önceden tahmin edip düşünebilme kabiliyeti ve maharetine sahip olduğu müddetçe ferasetli sayılır.
Bir mümin kalbini kin, nefret, nifak, haset ve düşmanlık gibi kalbi hastalıklardan temizleyip, iman nuruyla takva muhabbetiyle doldurduğu zaman, aynaya akseden eşyanın sureti gibi bazı sırlar adeta cilalanmış olarak onun kalbine nüzul eder. Bununla başkalarının gönlünde saklı bulunan şeyleri keşfedebilir. Nitekim Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, “Müminin ferasetinden sakınınız; çünkü o, Allah`ın nuru ile bakar.” (Tirmizi, Taberani)
Bu hadisi şerifin açıklamasıyla alakalı âlimler arasında iki farklı yorum yapılmıştır:
Birincisi, hadisin zahirinin delalet ettiği manadır ki, bunu Allah`u Teâlâ, veli kullarının kalbine ilka eder de onlar, bunun sayesinde kerâmet, isabetli zan ve hades (başkalarının bilmediği şeyleri bilebilme yeteneği) çeşitleri ile insanlardan bazısının durumlarını bilirler.
İkincisi ise; zahiri emarelerle, delillerle, tecrübelerle ve yaratılış tabiatıyla öğrenilen bir nevi maharettir ki, bazıları insanların birtakım gizli hallerini bu maharetleri sayesinde bilebilirler (İbnülesir, en-Nihaye, III. 428).
Bu tecrübi ve rasyonel izahı, başka hadisi şeriflerde de bulmak mümkündür. Zira Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem, mümini akıllı, zeki ve ince görüşlü olarak tavsif etmekle iman ve takva sayesinde elde ettiği feraseti sayesinde her türlü hile, tuzak ve entrikaya da düşmemesi gerektiğini şöyle işaret etmişlerdir: “Mümin bir kovuktan iki defa ısırılmaz.” (Buhari, Müslim)
Ferasetin iman nuru ile yakından alakalı olduğunu destekleyen şu ayeti kerimeyi de burada hatırlatmak gerekir. “Ey iman edenler! Şayet Allah`dan korkar ve sakınırsanız, o size bir Furkan (ince bir anlayış) verir.” (Enfal, 29) yani doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet, bir nur verir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, her insanın kendine özgü bir feraseti olabilir. Bu noktada tecrübe, önemli bir açılım sağlar. Örneğin, tecrübeli bir öğretmen, yıllar içinde kazandığı marifetle öğrencinin ne diyeceğini ve ne yapacağını bilebilir. Ya da tecrübeli bir esnaf, hangi müşterinin malı satın alacağını, hangisinin uzun bir pazarlıktan sonra bile hiçbir şey almadan dükkândan çıkıp gideceğini sezebilir. Veya tecrübeli bir devlet adamı, toplum içinde ne tür gelişmelerin ülkenin geleceği açısından sıkıntı oluşturacağını önceden görüp tedbir almayı düşünebilir.
Ferasetin bir maddi âleme bir de manevi âleme bakan iki boyutu vardır. Eğer kişi gözünü ve kulağını dört açtığı kadar kalbini de devreye sokarsa, bu her iki boyutta da mesafe kat eder. Burada göz, kulak ve kalbin ne kadar ortaklaşa çalıştığı ve aktif biçimde birbirlerine destek verdiği önemlidir. Bunların beraberce çalışması, maddi ve manevi âlemlerin aynı anda algılanması ve birbirleri üzerindeki etkilerinin daha iyi fark edilmesini sağlar.
Her şeye rağmen, Allah korkusuyla hareket ederek takva dairesi içinde bulunan bir mü`mine Allah`ın hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayırt edecek bir (sezgi) kabiliyet vermesi, inananlar açısından çokça şükredilmesi gereken bir husustur.
Müminin ferasetinin sakınılacak bir noktaya ulaşmasında iman nuru ve vahiyle birlikte üçüncü önemli unsur ise, takvadır. Nasıl ki ehli dünya kalbinde dünyevi ve nefsi menfaatlerinin kaygısını taşıyorsa, müminler de kalplerinde Allah korkusu taşırlar. Bu korku onları Allah`ın razı olacağı şekilde hareket etmeye, haram ve şüpheli şeylerden sakınmaya, nefsinin arzularını meşru sınırlar içinde tatmin etmeye, maddî ve manevî temizliğe dikkat etmeye, ibadet ve zikirle meşgul olmaya, Kuran ve sünnete göre yaşamaya yönlendirir. Böylece mü`min, duygu ve düşünce olarak O`na daha fazla yakınlaşır. Bu mücahede sonucunda müminin kalbi, şüphe ve tereddütlerden kurtularak pürüzsüz bir ayna halini alır. Olaylara ve insanlara Allah`ın baktığı gibi bakmaya başlar. İşte “Allah`ın nuruyla bakmak” ifadesinde kastedilen mana budur.