• DOLAR 34.624
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2905.752
  • ...

İslam'da dürüstlük ahlakın üst ilkelerinden birisidir. Dürüstlük Müslüman kimliğinin aynası, ziyneti ve zirvesidir. İnsanlar kişinin dürüstlüğüne bakarak dinine ve davasına değer biçerler. Muamelesi düzgün dürüst tüccarların değer ve itibarları yüksek olduğu gibi, kredileri de sonuna kadar açıktır. Paraları olmasa bile büyük ticari işler çevirebilirler.

Birçok ülkede İslam'ın dürüst tüccarlar sayesinde yayıldığı bilinen bir gerçektir. Bugün Malaya Ülkeleri dediğimiz ada devletleri, Müslüman tüccarların dürüst muameleleri ve güzel insani ilişkileri neticesinde Müslüman olmuşlardır. Demek ki Müslümanın davet dili ve çalışması, sadece tebliğ ve irşad ile değil, aynı zamanda hayatın bir parçası olan ticaretle de olabilir.

Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslümanlar için ana ilkeyi belirlediği hadisinde şöyle buyurur: "Allah'ın helalini haram, haramı helal kılmadıkça Müslümanlar koşulan şartlara bağlıdırlar." (Buhari, İcare 15)

Özellikle bu ülkelerin vatandaşı olmuş olan ya da herhangi bir iş, eğitim ve ticari sebeple buralarda yaşayan Müslümanlar, bu hadise göre vermiş oldukları sözlere, girişte koşulan şartlara uymakla yükümlüdürler. Bu yükümlülüklerini yerine getirdikçe İslam'ın adalet dini olduğunu ispatlamış olurlar. Esasen bu Kur'an'ın ısrarla üzerinde durduğu "ahde vefa" ilkesinin de bir gereğidir.

Söz gelimi gayrimüslim olan ülkelerde bulunan Müslüman müteşebbisler, işletmelerine tahakkuk eden vergileri ödemekle yükümlüdürler. Sosyal yardım kurumlarından alınan yardımlarda bu şartlara aykırı davranışlar, hileli uygulamalar büyük sorumluluk getirir. İslam'ın açıkça emrettiği ya da yasak kıldığı hususlar her yerde geçerlidir. 

Ticari faaliyetlerin sonunda elde edilen kazancı değerli kılan çokluğu değil, bereketidir. Bereket maddi anlamda nimetin sürekliliği; manevi anlamda da mutluluktur. Bereketi veren Allah'tır. Buna göre bir şeyin kalitesi çokluğundan daha değerli olduğu gibi, helal yoldan kazanılan az bir para da haram yoldan kazanılan çok paradan daha değerlidir: "De ki! Çokluğu hoşuna gitse bile pis olan (haram bir şey) temiz olan (helal) ile denk olmaz." (Maide, 100)

Kanaat, ticaretin kendine özgü tabii ve ahlaki kurallarındandır. İslam, kanaate dayalı kazanç anlayışını merkeze almış, insanın bütün benliğini saran kazanma arzusunu terbiye etmiş, kontrol altına almıştır. Açgözlülük etmemesi, helali-haramı ayırması, şüpheli olan şeylere bile haram gibi davranıp onlardan uzak durmasını sağlamıştır. Kanaat zenginliğe karşı bir tepki değil, bir otokontrol sistemidir.

Allah (cc), yarattıklarının rızkını üzerine almıştır. İnsana düşen helal yoldan rızkını aramaktır; bu yolda iken şeytana uyup da yasak yollara sapmamak, gerekli tedbirleri aldıktan sonra sonucunu Allah'a bırakmaktır. Allah (cc), şöyle buyurur: "Karşılaştığın meselede işi bilenlerle istişare et. Bir de karar verdin mi sebeplerini işle” (Fatır,12; Mülk,15)

İslam'ın toplumsal hayatta öne çıkardığı iki önemli ilke vardır. Bunlardan birincisi kul hakkına karşı duyarlılık, ikincisi de helal kazanç bilincidir. Bu iki kavram, iş hayatında kalite ve verimliliğin, helal kazancın sağladığı kalp huzurunun teminatını oluşturur. Bu iki husustaki bilinç, toplum ahlakını en iyi ölçecek ilkelerdir.  

Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, kul hakkı duyarlılığını anlattığı hadisi şerifinde haksızlıkların helalleşme yoluyla dünyada iken halledilmesini, aksi takdirde paranın pulun geçmediği ahiret yurdunda haksızlık yapan kişinin sevaplarıyla ödeneceğini belirtir. “O gün çoğu insanlar hayru hasenatla geldiği halde müflis olarak cehenneme sürüklenir.” (Buhari, Mezâlim, 10)

Müteaffifin suresinin hemen başında, insanların önemsemediği ve peşine düşmediği basit haksızlıkların bile kayda geçtiği ve onun için büyük bir mahkeme kurularak hakların sahiplerine ulaştırılacağı anlatılmaktadır. Çünkü terazisi düzgün olmayan bir toplumun hiçbir işi düzgün gitmez. Mevla ibadetiyle olduğu gibi, ticari ahlakıyla da örnek olan kullarından eylesin.