• DOLAR 34.63
  • EURO 36.739
  • ALTIN 2904.841
  • ...

Allah'ın Gafur ve Rahim sıfatları, kulların en çok muhtaç olduğu iki rahmet kaynağıdır. Eğer Allah'ın bu güzel iki sıfatı olmasaydı hiçbir zaman insanlar, O’na kulluk görevini layıkıyla yerine getiremez, nail oldukları sayısız nimetlerinin hakkını ödeyemez ve azabından kurtulamazdı.

Gerçekten, Gafur ve Rahim olan Allah'tan başka kim günahları affedebilir? Öyle ya, affedenleri, iyilik yapanları seven Allah'tan daha çok affetmeye ve bağışlamaya gücü yeten kim düşünülebilir? İşte herhangi bir günah sonunda derhal Allah'tan utanıp hemen tevbe edenler ve yaptıkları günahlarda bile bile ısrar etmeyenlerin mükâfatı, Allah tarafından bağışlanma ve günahları yokmuş gibi, altından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir.

Esas itibariyle amelin gereği değil; sırf Allah'ın lütfu olan bu bağışlama ve cennet, ilahi vaad gereğince, güzel amel sahiplerinin hakkıdır. Amel etmeyen, tevbe etmeyen isyankârların kurtuluş ve selametleri ise, Allah'ın vaadi ile garanti edilmiş değildir. Sırf Allah'ın dilemesi ve yardımına kalmış bir şeydir; dilerse affeder, dilerse azap eder.

Dünya imtihan dünyasıdır. İnsan güzel ameli ile kulluğunu göstermek zorundadır. Ancak başarıya ulaşmak ve ilahi rızaya nail olmak için Allah'ın yardımını, affını ve bağışlamasını istemek şarttır. Kul ne kadar emirleri yerine getirmeye çalışsa çalışsın yine de kusur edebilir. Onu bağışlayıp af ve merhametine nail kılmak ise Allah'ın rahmetindendir.

Bu din, beşer denilen şu mahlukun zaaflarını, derinliğine idrak ediyor. İnsanı bazen cesetle ilgili ağırlıklar ahlâksızlık derekesine düşürebilir, hayvani duyguların esiri kılabilir, Allah'ın emrine muhalif hareketlere sevk edebilir. Bu din, insanın o nevi zaaflarını kabul ediyor, onun için de kızmıyor ona. İnsan kendi nefsine zulmedince, İslam onu rahmet-i ilahiden kovmuyor. İnsan büyük bir günah işleyince ona kapıları kapatmıyor.

Ruhundaki iman şulesinin henüz sönmemiş olması, kalbindeki iman kaynağının henüz kurumamış bulunması, Allah ile bağının henüz kopmamış olması, günahkâr bir kul olduğunu, affı geniş bir Rabbinin bulunduğunu bilmesi yeter ona.

Şu hâlde bu günahkâr, hatalı zayıf mahluk, henüz hayır unsuru taşımaktadır. Önündeki yollar tamamen kesilmemiştir. Allah'ın kopmayan ipine sarılabilir. Ne kadar ayağı kayarsa kaysın beraberinde iman meşalesi, elinde sağlam ip mevcut olduktan sonra, Allah'ı unutmayıp zikrettikten, istiğfar ederek O'na yöneldikten sonra yine o nura ulaşabilir.

Bu din; şu zayıf yaratığın yüzüne karşı tevbe kapısını kapatmıyor. Onu bataklıkta yitik olarak tek başına bırakmıyor. Dönmekten korkan kovulmuş gibi terk etmiyor. Bilakis bu zavallıya mağfiret kapısını gösteriyor. Yolu anlatıyor, titrer ellerinden tutuyor, kaypak adımlarına destek oluyor, emniyetli bir sınıra ulaşabilmesi için yoluna ışık tutuyor.

Ondan sadece bir şey istiyor. Kalbinin taşlaşmamasını, ruhunun kararmamasını, Allah'ı unutmamasını. Allah'ı hatırladıkça, ruhunda o hidayet meşalesi bulundukça, vicdanından o keskin ses geldikçe, kalbinden o serin rüzgâr estikçe, ileride elbet bir gün ruhundaki nuru anlayacaktır. Kurumuş tohum yeniden yeşerip canlanacaktır.

Hata eden ve evde sopadan başka bir şey olmadığını bilen çocuk, hiçbir zaman eve girmeyecek, kaçacak, kaybolacaktır. Fakat evde sopanın yanında hatasından özür dilerse zaafını anlayarak tevbe ederse özrünü kabul edecek, şefkatli bir elin bulunduğunu anlarsa, bir gün elbet eve dönecek, ailenin sıcak kanatları altına sığınacaktır.

İşte İslam, zayıf olan insanoğlunu zayıf anlarında böylece kolluyor, o zaafının yanında kuvvetinin de bulunduğunu, ağırlığın yanında rahatlığın da varlığını, hayvani duyguların yanında Rabbani arzuların da bulunduğunu biliyor. Zaafa düştüğü an, elinden tutup yükseklere çıkarmak için şefkat gösteriyor. Ayağı kayıp yuvarlandığı zaman, yeniden ufka yükseltmek için elinden tutuyor. Yeter ki insan, Allah'ı unutmasın, hatasında ısrar etmesin.