Vuslata Yeniden...
Uzun bir süre köşe yazarlığını yaptığım Doğruhaber Gazetesi'nde şahsımdan kaynaklı birtakım arızi hallerden (hastalık) dolayı üç yıl dört ay gibi bir aradan sonra, gazete yayın kurulunun yazmamı talep etmesi üzerine yeniden yazmaya karar vermiş bulunuyorum.
Ben buna vuslat diyorum. Çünkü insan ruhunun uzun süre birlikte bulunduğu bir kurumdan ayrı kaldıktan sonra yeniden buluşması, tıpkı sılaya vuslat gibidir. Uzun bir süre sıladan uzak kalan bir gurbetçinin sılaya kavuşması ve hasret gidermesi gibi bir şeydir bizimki de.
Doğruhaber'de epey zaman yazmadım ise de hep yayın politikasını izledim ve iyi bir okuru olmaya çalıştım. Kimi yazarlarının yazılarını sosyal medya haspalarımda takipçilerimle paylaştım. Hiçbir zaman aboneliğimi kesmediğim gibi yeni abonelerini artırmaya yönelik de çalıştım.
Fıtri olarak her insan, bir zaman emek verdiği bir kurumun illa da ayakta kalmasını ve ilerlemesini arzular. Nasıl ki, bir çiftçi su verdiği, gübre verdiği bir ağacın mutlaka meyve vermesini bekler durur. Birkaç yıl meyve vermezse bile o yine de bu umudunu yitirmez ve emek vermeye devam eder.
İnşaallah'u Teala, bundan sonra imkân ve sağlığımız el verdikçe yazmaya devam edeceğiz. Elhamdülillah bu ara zaman imkânım da vardır. Çünkü "Kur’an'da Peygamberler" serisi kitap çalışmalarım bitti sayılır, 10. Çalışmayı da Allah’ın inayeti ve tevfiki ile tamamladım. Ancak bazı ciltlerde tekrar tekrar okuma, düzeltme ve tashih çalışmaları hala devam etmektedir.
Yazarlık sürücülük mesleği gibi bir tutkudur, bir sevdadır. Alışan daha bir şekilde bırakmak istemez. Ancak acemi sürücünün araç kullanması ne kadar riskli ise kontrolsüz yazarlık da o derece tehlikeli ve risklidir. Bazen insanın kaleminden çıkan bir söz, başını belaya sokabilir! Bazen de yerinde ve zamanında sarf edilen isabetli bir söz de tarih olabilir.
Yazı hitabete benzemez. Hitabet eğer kaydolmamışsa zamanla unutulur ve değiştirilebilir de. Ama yazı yayına girdikten sonra senden çıkar, belge olur. Bu belge, yıllar sonra menfi ya da müspet olarak senin karşına çıkabilir, aleyhinde veya lehinde kullanılabilir.
Bütün bu tedbirleri aldıktan sonra yazmaktan korkmamak lazım. Ben bazen büyük alimlerimize, Seydalarımıza şunu söylüyorum; yazmaktan çekinmeyin! "İlmin dili yoktur". Arapça Türkçe beceremiyorsanız Kürtçe yazın. Yoksa sizin bu ilminiz, bu güzel birikiminiz sizinle birlikte mezara girer. Tabi seydalarımızın zamanı çoğunlukla ders vermekle geçiyor. O da canlı bir eserdir.
Peygamberimiz sallellahu aleyhi vesellem, bir hadisi şerifte şöyle buyurur: "Kişi öldükten sonra amel defteri kapanır, ancak şu üç şey müstesnadır; (bu üç şeyden hasıl olan sevaplar ölümünden sonra da amel defterine kaydolur.) geride bıraktığı bir sadakayı cariye, ona dua edecek salih bir evlat ve kendisinden sonra istifade edilecek bir ilim"
Alimlerimiz bu istifade edilen ilimden maksadı şöyle açıklamışlar: "Canlı iletişim usulü ile yetiştirdiği ilim talebeleri veyahut yazdığı ilmi bir eser bırakmaktır.
Bu tarzdan değerli eserler bırakan alimler bir bakıma ölümsüzleşirler. Kendileri ölür gider de eserleri asırlarca onlardan sonra canlı kalır, okunur ve konuşulur. Eğer İmam Gazali, "İhyaululumüddin" adlı eserini yazmamış olsaydı belki çoğumuz bugün onu tanımaz, adını hatırlamazdık.
Rabbim kalplerimize hep iyilik düşünmeyi, dillerimize hayrı konuşmayı ve kalemlerimizi iyi yönde oynatmayı ve yazmayı nasip ve müyesser eylesin.