• DOLAR 34.55
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

Suriye anayasasının yazımı için neden Astana (yeni adıyla Nursultan) değil de İsviçre’nin Cenevre şehri seçildi? Astana’dan kasıt, herhangi bir İslam beldesinden bir şehir de olabilirdi. Ancak arabulucular kesinlikle Müslüman liderler, yöneticiler olmalıydı.

Daha önce savaşın durdurulması ve ateşkesin sağlanması için tercih edilen Cenevre şehrinden olumlu bir sonuç çıkmasını bir yana bırakın, yönlendiren üst kirli aklın sürekli savaşın devam etmesi için uğraş verdiğini unutmuş değiliz. Hatırlarsanız ne zaman ki adres değişti, Cenevre’den Astana’ya geçildi o zaman ilerlemelerin sağlandığı, Suriye’de güvenli bölgelerin oluştuğu görüldü.

Diğer yandan arabulucu olacak mekanizmanın tam tarafsız bir kuruldan oluşması gerekir ki bunu da Birleşmiş Milletler tek başına gerçekleştiremez. Çünkü geçmişten günümüze var olan sorunlara müdahalede hep geç kalmakla birlikte alınan ölü doğmuş kararlar, anlaşmalar hiçbir zaman mazlum halkların dertlerine çözüm olmamıştır. İstenen bir kararın neticeye ulaşmasının önünde engel olan, görünen yüzüyle beş daimi üye, görünmeyen karanlık yüzünde ise siyonist evanjelistlerin ağırlıklı olduğu dünya baronları bulunuyor.

BM’nin dünyadaki gelişmelere bünyesinde bulundurduğu 197 üye ülkenin nazarında değil de beş daimi üyenin kontrolünde yaklaşması, kurumun güvenirliliğini yitirdiği gibi ya yeniden yapılandırılması ya da lağvedilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Filistinlilere ait toprakların işgal edilmesi, katliamlar, sürgünler ve türlü mezalimlerin yapılmasına rağmen uluslararası ortak bir güç olan BM’nin kılını bile kıpırdatmaması, kurumun lağvedilmesini gerektirecek büyük bir örneği teşkil ediyor.

Hindistan’ın işgali altında bulunan Keşmir için 21 Nisan 1948’de alınan BMGK kararı çerçevesinde Pakistan ve Hindistan Keşmir’den çekilecekti. Ardından BM tarafından görevlendirilen plebisit yönetimine yetki verilerek özgür, tarafsız bir seçim gerçekleştirilecek ve Keşmir halkı huzur bulacaktı. Ancak yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği 71 yıllık işgal sürecinde ne Hindistan çekildi ne de BM herhangi bir yaptırım uyguladı.

Bir diğer örnek Libya… Kaddafi diktatör diye devrilirken, batının ilk ilgisi yönetimden çok petrolün kontrolünü sağlamaktı ki nitekim daha savaş devam ederken Fransa Libya petrollerinin Avrupa’ya hortumlanmasında öncü rol oynadı. Ancak yönetime gelen hükümetin İhvan hareketi ağırlıklı olmasının fark edilmesiyle birlikte ısmarlama isim General Hafter yerleşik bulunduğu Amerika’dan apar topar Libya’ya getirildi. Cuntacı Sisi’nin lojistik ve BAE’nin finansal desteğiyle toplanan paramiliter güçlerin başına geçen CIA’nın adamı Hafter, Libya Ulusal Mutabakat Hükümetine karşı halen savaştırılıyor. BM’nin buradaki rolü ise dünyaca tanınan hükümet olan UMH’nin yanı sıra sipariş usulü kurdurulan Hafter hükümetini de tanıyarak ülkede iki başlı ve sürekli çatışan bir sistemin oluşmasına zemin hazırlayarak kanın akması ve çözümsüzlüğü destekliyor.

Ya Bosna Hersek örneği…  Birleşmiş Milletler, kontrolündeki Srebrenitsa’yı Sırp katillere teslim ederek on bine yakın insanın katledilmesine seyirci kalacak kadar siyonist evanjelist zihniyetin esir aldığı ABD’ye uluslararası anlamda meşru zemin hazırlama kurumuna dönüşmüştür.

Dolayısıyla; Filistin, Keşmir, Libya ve Srebrenitsa uygulamalarıyla konu Müslümanlar ve İslam beldeleri olunca nasıl da üç maymuna büründüğünü çok net ortaya koyan Birleşmiş Milletler’in Suriye’nin geleceğine olumlu yönde etki edecek güvenilir bir arabulucu olması düşünülemez.

Türkiye’nin Fırat’ın batısı ve doğusuna yönelik harekâtıyla birlikte İran ve Rusya ile yürüttüğü savaşın sonlandırılmasına yönelik çabaların Amerika’nın başını çektiği batılı ülkelerce hoş karşılanmadığı aşikar. Amerika’nın çekiliyoruz-çekilmiyoruz taktik stratejisinde YPG’yi sahiplenme içgüdüsünün Rusya’yı da sardığı son günlerde iki emperyal gücün de zıt kutuplarda görünmelerine rağmen çıkarları gereği aynı amaca hizmet etmeleri oldukça düşündürücüdür. Gerek ABD gerekse Rusya’nın, ülkenin petrollerine yönelik atakları ise kontrollerinde tutacakları paramiliter güçleri beslemenin bir karşılığıdır. İşgalci Siyonist çetenin güvenliğini sağlama, bölge ülkelerine müdahale ve belki işgal hareketlerini bile yapabilecek ortam ve şartları oluşturmak isteyen bu şer güçler, dolayısıyla Suriye’nin geleceğine yön verecek yeni anayasanın yazımında da etkin bir role sahip olmak istiyor. Yani anayasanın yazımında her ne kadar muhalifler ile Baas rejimi yetkilileri olsa da arabulucusu beş daimi üyenin kontrolünde olan BM’nin sonuca bağlayacağı bu işten önce emperyal güçler, ardından rejim ve en son halkın istediği bir sonuç çıkabilir.