Hal-i Pür Melalimiz-Dar Çemberine Sıkıştırılmıştır İnsan
İnsanı ve çevresini kuşatan kâinatı iç içe geçmiş çemberler kabul edersek; insan içteki en küçük çemberdir. Ailesi, evi, akrabalar, kabilesi, mahallesi, şehri, ülkesi, hinterlandı, dünyası ve uzay kendi çemberini çevreleyen ondan daha büyük çemberler/katmanlar olarak kabul edebiliriz.
İnsan en küçük halka olmasına karşın hepsini kuşatacak ve üstüne çıkabilecek bir maharete sahiptir. Tüm halkaları kuşatıp onlara hayat verme ve onlarla hayat bulma kapasitesine sahip insan tarihin belli dönemeçlerinde güdük kalabilmiş, kendini dar çerçevesine veya bilemediniz bir iki üstündeki halkaya hapsedebilmiştir. Tabii kapasitesi bütün halkaların fevkinde yaratılmış insan, kendini hapsettiği “ben” ve “yakın biz” halkalarıyla büyük bir sıkışmışlık yaşamıştır. Kendisini cenderede hisseden insan, mutsuzluğuna sebepler aramış, daha geniş halkaları ve o halkalarda bulunanları suçlu ilan etmiştir. Hal böyle olunca kaldığı yeri daha kalıcı ve sıkıcı bir hale getirmiştir.
Peygamber(aleyhimusselam) Mekke'de bu en dar halkalara sıkışmış bir topluluk içinde yaşadı ve ilahi mesajı tebliğ etti. Asabiyet öyle iç çemberlere sıkışmıştı ki milliyetinden kabileye, oradan aşirete, oradan akrabaya kadar indirgenmişti. Hatta bütün kötülüklerin sebebi sayılan “diğer kabileler”, “diğer milletler”, “diğer devletler”, “diğer dinler” sıkıştığı alanın müsebbibi olarak da kötü ve düşman idiler.
Elbette en içten en dışa halkalar birbirlerini, varlıklarıyla desteklemekle ancak muhkem ve mutlu olurlar. Bireycilikten toplumsallaşmaya giden bu yolculukta birey, üst çemberlerin yüksekliğinin eşsiz manzarasına vakıf oldukça sağlam zeminini oluşturan kendi ilk halkasının da kıymetini daha fazla kavrayacaktır.
Üçüncü halkayı aşamayan dar görüşler diğerini de bir dar görüşe davet eder birbirlerinin kısırlığını beslerler. İşte böyle bir toplulukta Peygamber(aleyhimusselam) kendi ilk, ikinci ve üçüncü halkasını da -ki aile, kabile ve millettir- muhkem kılarak hepsinin üstüne çıkmayı ve evrensel bir göze ve yüreğe sahip olmayı öğretmiştir tarihin en dar düşünen topluluğuna. Kısa zamanda çevrelendikleri çemberleri aşarak coğrafyalar ihya ettiler. Böylece birbirini çürüten değil güçlendiren bir pratiğe kavuşturmuştur katmanları. Kendisi, ailesi, aşireti, milleti yine kutsaldır. Ancak diğerinin varlığı ve kutsallığıyla birlikte…
Modern dünya ve Siyonist ruhlu kapitalist sistem insanı sömürmek için önce “birey” olmaya büyük bir mana yükleyerek sundu insanlığa. Ulus devlet, milliyetçilik, ırkçılık “yükselen değer” diye pazarlandı sonra. Birey olmak o kadar daraldı ki bencilliğe ve yalnızlığa dönüştü ve insan milleti ve kabileyi de bir kenara bırakarak kendi menfaatini ve yaşam standardını kutsadı. Tabii hal böyle olunca kendi dışındakilerin başına ne geldiği ile hiç ilgilenmez oldu insan. “Başlarına bir felaket gelmişse kendi yetersizliklerinden olmuş” anlayışına indirgendi her şey. O nedenle insan artık ötekini duymuyor acısını hissetmiyor ta ki kendi başına gelinceye değin. Kendi başına gelince de diğeri de artık onu duymuyor ve hissetmiyor. Böylece ufku ayaklarının dibine düşmüş insana her türlü kötülüğü yapma imkânı “modern dünya canavarlarına” doğmuştur. İnsan artık az öteyi görmüyor.
O nedenle kıyametler kopuyorken yanı başında, Mc Donalds’ta yiyip Starbucks’ta içip çılgınca eğlenebiliyor insan.