Çember Daralıyor
Türkiye ve İran, İslam aleminde büyük bir sinerji oluşturmuşlardı. Suriye savaşından önce Sayın Cumhurbaşkanı başta Arap Sokağı olmak üzere tüm İslam Alemi’nin kahramanı haline gelmişti. Hakeza İran şii coğrafyanın belirleyici ve yönlendirici aktörü haline gelmişti. İsrail ile yürüttüğü savaş ve kazandığı 2006 zaferiyle Hizbullah lideri Nasrallah Müslüman gençliğin tişörtlerinin vazgeçilmez figürü oldu.
Bu iki ülke tarihin getirdiği derin ayrılıkları da bertaraf ederek büyük ittifaklar yapma aşamasındaydılar. Suriye ile birlikte üçlü gümrüksüz, vizesiz bir kültürel, siyasi ve ekonomik bölge oluşturmanın ön anlaşmasını bile yaptılar.
Önce İran ve Hizbullah İslam aleminde itibarsızlaştırılmalıydı, arkasından da Erdoğan…
Diğer ülkeleri de kaçınılmaz olarak bu rüzgara sürükleyecek atmosfer bozulmalı ve hep olageldiği gibi ümmet birbiriyle çatışmalıydı.
Ve Arap Baharı bombasını patlattılar. Batının desteğine rağmen asla devrilmeyecek liderler tek tek devrildi. Batı için bu diktatörlerin raf ömürleri dolmuştu ve başka bir proje için ham madde olarak kullanılacaktılar. Sokağın biriken muazzam enerjisini bu raf ömrü dolmuş diktatörleri devirmeye harcarken; yerine daha muhkem diktatörleri kendi elimizle raflara düzdüğümüzü fark edemedik/ettirmediler bile. Fark eden ve feveran eden birkaç yüreği yanığı da hain ilan ettik.
Tunus, Libya, Mısır, derken bu baharın en “ateşli gülleri” Suriye’ye saklanmıştı. Tam bir laboratuar…
Suriye pastasının bölüşmesinde bu iki ülke birbirine düşürülmeliydi. Doğal olarak İran Suriye’yi kollayacaktı. Türkiye ise bilahare yanlış olduğunu fark ettiği ve değiştirdiği Suriye politikasını yürütecekti.
Bu savaş sonunda her türlü hataya zorlanan İran, hem Sünni dünyanın gözünde itibarsızlaştırılmış hem de uzun bir savaşın faturası ağır olmuştu. İran için operasyon tamamlanmıştı. Sıra Erdoğan’da idi. Sayın Cumhurbaşkanı artık itibarsızlaştırılmalı ve son darbe indirilmeliydi. 3-4 milyon Suriyeli mültecinin ekonomik faturası taşınır gibi değildi.
Tabi Batı halen çok güçlü bir organizasyondur ve “organize işler” yapmada mahirdir. Bu nedenle dört koldan muazzam bir baskı uygulayarak avını hataya zorluyor ve itibarsızlaştırıyor. Bu kıskaçtan bir başınıza kurtulmanız günün şartlarında nerdeyse imkansız gibi.
İşte Sayın Cumhurbaşkanı Suriye tuzağını fark eder etmez başına bin bir bela gelmeye başladı. Arap sokağı, milliyetçi refleksler geliştirerek Suriye’ye müdahaleye itiraz etti. Başta Suud diktası ve avenesi olmak üzere hain yönetimler alenen israil ve Batı’yla ittifak etmeye başladılar. Ardından 17-25 Aralık operasyonu, Rusya krizi, 15 Temmuz darbe girişimi, Halkbank Davası ve krizi, rahip Brunson, son seçim ve ekonomik buhran... Böylelikle iniş başlamıştır.
İşte bu çember Körfez Çakallarının israil’le ittifakı ile daralmış, Suud destekli Mısır darbesi umutları tüketmiştir. Yine Suud destekli Son Sudan darbesi Batı için ballı kaymak olmuştur. Libya’da ABD menşeli Hain Hafter’in çıkarttığı iç savaş Suriye’yi aratmaz bir sürece evirilmek üzere. Suud’un yürüttüğü Yemen savaşı içler acısı. Kudüs düşmüş, HAMAS kıpırdamaz hale gelmiştir. Sözde devrim yapmış Tunus’un kime ne faydası var, bilen var mı? Bunu da bize devrim ve strateji diye yutturuyorlar maalesef. Cezayir infilak etmiş, Pakistan ikide bir Hindistan ile terbiye ediliyor. Bir Devrimci İslam ülkesi gibi davranan Venezüella’nın başına getirdikleri ortada. Afganistan kırk yıldır aralıksız bir iç/dış savaş yaşıyor. Uzak doğumuz yok mesabesindedir. Onlar için: “Uzakta bazı akrabalarımız varmış” diyorlar.
Bu tablodan çıkış ancak İran ve Türkiye’nin, dayatılan milli çıkarları bir yana atarak ittifak etmeleriyle olur. Katar ve Astana sürecindeki müsbet ilişkiler ilerletilmeli.
Çember daraldıkça daralıyor. Yarın çok geç olabilir. Tablo hiç de atılan hamasi nutuklar gibi değil. Türkiye zaten Batı’ya amade pek çok “güç odağının” cenneti gibi. Düşerse arkasından İran için çok kötü günler gelecektir. Ya da İran düşerse Türkiye’nin eski günlerine dönmesi mukadder olur.