Başka Ne Önerirsiniz?
İslam Dünyası, son yüzyıllık Batı`ya yenilmişlikten çıkış kapısı arıyor. Batı bütün kurum ve kuruluşlarıyla, adanmış ve aldanmış yerli adamlarıyla İslam alemine tahakküm ediyor son yüzyılda. Aliya`nın deyişiyle 1914`te yeryüzünde İslam Devleti kalmadı.
İslam alemi kaçınılmaz olarak batılılaşma ile birlikte hep bir çıkış/kurtuluş çabası içinde oldu. Bir yandan değişip dönüşürken diğer yandan batılılaşmaya karşı direnç damarları gelişti. Hatta tekrar muktedir olma mücadelesi hiç durmadı.
İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde farklı zamanlarda ortaya çıkan güçlü liderlerin oluşturduğu enerjiyle de mücadele/hareketlilik ve beraberinde fikir üretme çabası hiç eksik olmadı. Buna bağlı olarak İslam Alemi`nde farklı hareket metotları ortaya çıktı. Bu yöntemler kimi zaman yerellik arz ederken, çoğu zaman yerelliği göz ardı edilerek birebir ithal edilmeye çalışıldı diğer coğrafyalarca. Ancak o zaman da hep bir “yabancılık” barındırdı içinde. Bu doku uyuşmazlığı ve yabancılık çoğu kez bir iticilik ve toplum dışılık/marjinallik oluşturdu. Koca ümmet içerisinde “yalnızlık ve marjinallik” çoğu zaman İslam`ın yetersizliğine (haşa) mal edildi.
Hareketlerin en büyük handikabı problemin kaynağında, ifsad olduklarına inandıkları halkı görmesidir bence. Bu nedenle hep halkı düzeltmeyle uğraştılar. Halkın mağduriyet ve öfke oklarını batının tekelindeki iktidarlara/rejimlere yöneltemediler. Halk ta, doğal olarak kendileriyle aralarına mesafe koydu. Hatta kendisini “bozulmuş ve düzeltilmeye muhtaç” olarak gören bu hareketlere karşı bir pozisyon da almadı değil. Oysa halk, amelinin eksikliğini bilmem ama akidede mutlak Müslüman idi ve kendisinden yanaydı. Bu yandaşlığı bir karşıtlığa dönüştürme ve rejimlere yöneltememe tamamen İslami hareketlerin hatasıydı. Enerjilerini gereksiz yere fıkhi ve akidevi gibi gereksiz ve tehlikeli meselelere harcadılar. Zaten bundan da ancak “kafir” ve “fasık” üretilebildi.
Coğrafyaların özgün hareketleri de birbirinden farklı yöntemler denediler. Hatta aynı hareket farklı zamanlarda farklı yöntemler de deneme yoluna gitti. Çoğu zaman bu yollar “içeriye sızmalar” vasıtasıyla da mitoz bölünmeler geçirdi.
İslam dünyası bu yenilmişlikten bazen sadece “irşadi” mücadele ile yetindi. Halkı tek tek halkaya alarak bu mağlubiyetten/mağduriyetten kurtulacağını düşündü. Tabi sağına yediği şamarın ardından sol yanağını gösteren “miskin” damgası yemekten kurtulamadı.
Kimi de düşmanın ancak kuvvetten anlayabileceğine kanaat ederek silahlı mücadele yolunu seçti. Onlar da “terörist” damgası yedi tabi.
Kimi de iktidar olmayı adeta haram sayarak sadece muktedirlerin işini kolaylaştıracak “ıslah edilmiş vatandaş” yetiştirdi. Oy verdi ama oya talip olmayı haram belledi. Islahat/maslahat çizgisinde bir çıkış aradı. Ancak “gizli ajanda” iddiasıyla hep dışlandılar.
Kimi akım, Kur`an`ı sadece metin üzerinden okuyup/anlayıp toplumun tamamını tekfir ederken, kimi de metinleri tahrif edip zalimi de aklamaya çalıştı.Bu yollar da ancak rejimlerin işini kolaylaştırdı. Kafası karıştırılmış halk çıkmaza sürüklenerek rejimlere payanda olmaya itildi. Sadece seçim yoluyla bu yenilmişlikten bir çıkış yolu arayanlar da elbette vardı. Onların çoğu darbelerle bertaraf edildi.
Kanaatimce Türkiye`de bu yolların tamamı denendi. Sonunda darbelerle devrilme tehlikesine rağmen tüm hakları gasp edilmiş Müslüman halk “seçime” inanarak siyasete destek verdi. Doğrusu başta işler fena da gitmiyordu. Hatta bu süreç İslam Alemi`ne bir örneklik ve önderlik de teşkil edebilir mi diye herkesi heyecanlandırdı.
Ancak 15 Temmuz tabiri caizse doğru gidişatın kimyasını bozdu ve herkes aynı torbaya (FETÖ torbası) konularak neredeyse aynı muameleye tabi tutuldu.
Nihayetinde damla damla kazanılan haklar barajın kapakları açılmışçasına geri alındı/alınıyor. Sait Şahin gibi bir siyasetçi bile bu memlekette FETÖ`ce ihdas edilen suçlar ile halen mahkum ediliyor ise; İslam Dünyası çıkış için bundan daha başka ne denesin ki?