İslam kılıçla değil adaletle yayılmıştır
İslam düşmanları, İslam kılıç zoruyla yayılmış ve halklara öyle kabul ettirilmiş safsatalarını her dönem tekrar etmekteler. Bu iddianın tarihi ve nakli hiçbir delili, akli ve mantıksal hiçbir izahatı yoktur. Bunu kendileri de gayet iyi biliyor.
Bunların bu iftiraları da Mekke müşriklerinin Peygamber Aleyhisselam için haşa ‘şair, kahin, sihirbaz, deli.. ’ sıfatlarını kendi aralarında tartışmalarına ve bu konuda kendi içlerinde bir karara varamamalarına benzer. Müşriklerin, kendileri dahi inanmamalarının ardından ‘kardeş-kardeş, baba-oğul arasını bozan bir sihirbaz diyelim’ kararı almalarına benzer.
Eğer İslam kılıç zoruyla yayılmış olsaydı, kılıç zoru kalktığı anda insanlar İslam’ı terk ederlerdi. Madem insanlar İslam’ı kılıç zoruyla kabul ettiler, onlar da kılıç zoru dahil bütün imkanları kullanarak Müslümanları dinlerinden döndürsünler...
Ki yüzyıllardır, her türlü şiddet dahil bütün yol ve yöntemler kullanılmasına rağmen Müslümanlar dinlerinden koparılamadı.
Allah Teâla, az da olsa isteyerek yapılan ibadeti zorla yapılan çok ibadetten faziletli saymıştır. İnsanın meleklerden üstün olabilmesinin sırrı da budur.
İslam dininin yayılması ve hukuku incelendiğinde şu iki nokta ön plana çıkar.
Birincisi, dinin yayılması tedrici, doğal ve tabii olmuştur… Zaman zaman güç kullanılmış olsa da bu çok sınırlı ve halkın aklını ve iradesini ipotek alan zalimlere karşı olmuştur.
İkincisi; haramı, zararı, münkeratı olabildiğince zorlaştırma, ortadan kaldırma, azaltma ve daraltma… Bunun yanında helalı, mübahı, faydalı olanı olabildiğince kolaylaştırmak, çoğaltmak, önünü açmak ve yaygınlaştırmak.
Helalın zorlaştırılması, yasaklanması; harama açılan bir kapıdır. Meşhur olan bir deyimle ‘köpekler salınıp taşlar bağlanamaz aksine köpekler bağlanır, taşlar serbest bırakılır.’
Bütün uygulamalarda şeytan ve dostlarının yapacağı çalışmaların önü alınmış ve buna karşı sürekli meşru tedbirler alınmıştır. Yasakların amacı, fıtri ve insani ihtiyaçları ortadan kaldırmak değil aksine meşru ve mübah olan yollarla karşılanması hedeflenmektedir.
İman, Allah’a teslimiyet tam olarak kalbe girmeyene kadar bazı sosyal ve içtimai emirleri içeren ayetler nazil olmamıştır.
Zekât ayeti ve orucun farz kılınması, içkinin haram olması Hicri 2. Yılda,
Müslüman bayanların örtünmelerini emreden tesettür emri H. 5. Yılında,
Müslümanların kendilerini savunmaları ve düşmana karşı savaşmaya izin veren ayetler Medine’de aşama aşama nazil olmuştur.
Faizin haram kılınması ise Hicri 10. Yılda Veda Hutbesi’nde olmuştur.
Amacım buradaki tedriciliği ve hikmeti gözler önüne sermektir.
Cezalar amaç değil bir araç olarak kullanılmıştır. Bu cezalar te’dip ve caydırıcılık için kullanılmıştır.
Siyer’e ve Raşit Halifeler dönemine bakıldığında kaç insan hırsızlıktan, zinadan, namaz kılmadığından, içkiden dolayı cezalandırılmıştır? Parmakla gösterilecek kadar azdır.
Peygamber Efendimize gelerek ‘ben zina işledim, beni temizle diyen bayan sahabeye, belki zina etmemişsin… Git, çocuğunu doğur öyle gel… Çocuğuna süt ver, büyüt öyle gel…’ diyerek defalarca kadını geri göndermiştir. Bir nevi bunu Allah’la kendi aranda sakla, demiştir. Buna rağmen kadının defalarca gelmesi sonucu mecburen recm cezası uygulamış ve sahabenin kadının aleyhinde konuşmasına izin vermemiştir.
Hz. Ömer, Müslümanlardan toplanmış zekât hayvanları arasında semiz bir koyun gördüğü zaman “sahipleri bunu gönül rızasıyla vermemiştir. İnsanların mallarını gasp etmeyiniz. Onların üzerlerine titredikleri malların ve hayvanların en iyilerini almayınız” demiştir.
Fakirlikten dolayı dilenen bir Yahudi’ye bir miktar yardım yapmış, Beytülmal görevlisine de gençliğinde cizyesini aldıkları bu insanları yaşlılıklarında perişan vaziyette bırakmalarının doğru olmadığını söyleyerek bu gibi şahıslardan verginin kaldırılmasını istemiştir.
Ebu Ubeyde bin Cerrah, o dönem İslamiyet’i kabul etmemiş olan Humus halkından cizye almıştır. Bizans saldırılarından dolayı Humus kentini terk edince de halktan aldığı cizyeyi geri vermiştir. Bu uygulamanın sonucu olarak Humus halkı sonradan İslam dinini gönüllü olarak seçmişlerdir.
Evliliğin zorlaştırıldığı, ifsat ve fuhşiyatın her tarafı kapladığı bir dönemde zinanın önü alınamaz.
Fakirlik, rüşvet ve yolsuzluk zirve yaparken hırsızlığın önü alınamaz.
Halkların meşru, insani ve İslami hakları verilmeyince emperyalistlerin plan ve müdahalelerinin önü kesilemez ve bu planlar boşa çıkarılamaz.
Tebliğ ve irşadın olmadığı, her tarafta ifsadın pompalandığı bir dönemde siz insanların İslam’ın emirlerine gönüllü uymasını bekleyemezsiniz. Zorla da olsa yaptırtamazsınız, başarı sağlayamazsınız.
Devletler, hükümetler, yönetimler, zorla kaba kuvvetle değil, adaletle ayakta kalırlar. Devletlerin isimleri ne olursa olsun adalet ve hakkaniyete uygun değilse zayıflamaya ve yıkılmaya mahkumdur.