• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Dünyaya geldiğim yetmişli yılarda ülkemiz 1960 askeri darbesini yapan cuntacılar tarafından yazılan anayasa ile yönetiliyordu. Tabi o yaşlarda anayasa, kanun, darbenin ne olduğunu idrak edecek yaşta değildim.
Daracık bir dünyamız vardı, fakat duyduklarımız, gördüklerimiz ve yaşadıklarımız bize çok şey anlatıyordu. Devleti ve bizi idare eden zevatın, Türk ismi, dili ve kültürü dışında hiçbir etnik isim, dil ve kültüre hayat hakkı tanımadığını anlamak için allame olmaya gerek yoktu.
Sistemin biz Kürtlerin dil ve kültürüne, dinimiz olan İslam dini ile barışık olmadıklarını iliklerimize kadar hissediyorduk. Okuma yazması olmayan sıradan bir insan dahi geçmişte ve günümüzde yapılan zulümleri oturup saatlerce anlatabilirdi. Annelerimiz bizi uyutmak ve yerine göre korkutmak için ‘râkef, râkef esker hat…/ uyu, uyu asker geldi…’ derlerdi. Asker korkusundan sadece insanlar değil aynı zamanda hayvanlar da nasibini almıştı.
Siirt’ten Düdêran aşiretinin lideri Hacı Mirza Tetik’den -Allah rahmet eylesin- bizzat şunu dinledim.
‘Biz yaylada göçebe (koçer) iken zaman zaman asker yanımıza gelirdi. Askerin geldiğini duyunca şerlerinden emin olmak için erkeklerin çoğu korkudan sağa sola kaçardı. Bu korku sadece insanlarımıza değil hayvanlarımıza dahi sinmişti. ‘Asker geldi’ sesini duyan köpeklerimiz korkudan bizimle kaçardı.’
O dönemde sokaklar temiz değildi. Farklı isimlerde örgütler ve bunlar arasındaki çatışma ve kavgaları; çevremizde öldürülen, kaçırılan, haber alınamayanları, hangi aileden kimin hangi örgüte mensup olduğunu, bazı köy ve evlerin farklı örgütlerce ne şekilde kullanıldığını duyardık.
Okula başladığımız zamana kadar Türkçe bilmezdik. Zaten çevremizde Türkçe bilen az sayıda insan vardı. Annem birkaç kelime dışında halen Türkçe bilmiyor. Babam da ancak günlük ihtiyaçlarını karşılayacak kadar Türkçe biliyor. Nine, dede, hala, büyük teyzeleri söylemeye dahi gerek yok. TV de yok, çevrede konuşan da yok, dil nasıl öğrenilecek?
Okula başlayınca Türkçe öğrenmeye başladık. Aylarca öğretmenden bir şey anlamadık. Zaten siyasi çalkantılardan dolayı düzenli bir okul ve öğretmen yoktu. Kimi öğretmenler mensubu olduğu fikrin propagandasını bize yapardı. Onlarca askerin okula baskın yapmasını ve öğretmenlerden bazılarını alıp götürmesine şahitlik ederdik.
Bu çalkantılı ve sancılı dönemde 12 Eylül askeri darbesi oldu. Her tarafta askerin ülkeyi ve bizleri kurtardığının propagandası yapılmaya başlandı. Herkes gerisin geriye dönmüş ve askeri savunur hale gelmişti.
Yaklaşık 19 yıl yürürlükte olan 1961 Anayasası gitmiş yerine yepyeni bir anayasa gelmişti. Ancak yeni anayasa, önceki anayasayı mumla aratır türdendi.
Önceki anayasada ‘değiştirilemez, değiştirilmesi dahi teklif edilemez’ maddeleri yokken bu anayasaya bu da eklenmişti. Bu nasıl bir şeydi?
Bir darbe anayasasından başka bir anayasa darbesinde, sıkıyönetim ve OHAL döneminde ilkokul, ortaokul ve liseyi okudum. Üniversiteyi okuyup öğretmen oldum. Evlendim, baba oldum, dede oldum…
Farklı dünya görüşüne sahip hükümetler ve başbakanlar… Sağcı, solcu, Müslüman ve dindar olarak bilinen parti ve idareciler gelip geçti. Bizzat sistemin hışmına uğramış, okuduğu bir şiir yüzünden cezaevi yatmış, kendi ülkesinde çocuğunu okutamamış, çareyi ülke dışında okutmakta bulmuş başbakan ve cumhurbaşkanları geldi.
Her eskiyenin yerine yenisi, ölenin yerine yenisi doğdu. Ama bir şey eskimedi, değişmedi, ölmedi. Darbe anayasası… Sağından, solundan, yanından kırpıldı, değiştirildi ama iskeletine ve ruhuna dokunulamadı.
Annem, babam, bir darbe anayasasında ömür tüketti. Ben bir darbe anayasasıyla doğdum, büyüdüm ve yaşlandım.
5 darbecinin hazırladığı, devletin benim üzerime çullandığı, inancıma aykırı bir yaşam tarzını yaşamaya zorladığı, ana dilimi konuşmayı, eğitim görmeyi bana dayattığı bir anayasanın hüküm sürdüğü bir ülkede artık yaşamak istemiyorum.
Kısacası; bir darbe anayasasında geldiğim dünyadan halen bir darbe anayasasının yürürlükte olduğu bir ülkede ölmek istemiyorum.
Çok şey mi istiyorum...?