İBNU’L ESED (ASLANIN OĞLU)-2
Moğollar yurduna saldırdı. Taş üstünde taş, gövde üzerinde baş kalmadı. Dostları, akrabaları, en yakın arkadaşları, hepsinden de felaketi sevgili çocukları öldürüldü. Yaralı olarak tutsak edildi. Zindana atıldı.
Bedenindeki yaralar henüz iyileşmişti ki güngörmüş, devran geçirmiş yaşlı bir derviş getirdiler hücresine. Can yoldaşı oldular. Usta bir hekim gibi dağladı ruhundaki cerahatleri hikmet sargılarıyla. Şefkat merheminden sürdü, sardı, sarmaladı.
İbnu’l Esed; hayatın bir imtihan olduğunu, elemin de zevkin de mihnetin de devletin de gelip geçici olduğunu öğrendi. Ölmeden öldü, gerçek hayatı gördü. Pişti, kemale erdi. Derviş son nefesini verirken ona:
-Yılma, hayata küsme! Bahtın dönene kadar memleketine dönme, dedi.
Dervişin öldüğü günün gecesi, tanımadığı bir kişi zindanın kapısını açtı. Açık kapıdan çıktı, bahtına doğru yürümeye başladı. Sabaha kadar durmadı. Şafak sökerken bir kayanın üzerine çıktı, soluklandı. Teyemmüm ederek abdest aldı, namazını kıldı. Düşünmeye başladı:
-Memleketime dönsem yapabileceğim hiçbir şey yok. Malım, mülküm, evladım, ailem hiçbir şeyim kalmadı. Üstüne üstlük derviş baba da bahtın dönene kadar memleketine dönme, dedi diye geçirdi içinden.
‘Ne yapsam, nereye gitsem’ derken çok uzaklardaki bir aşiret reisi ile evli olan küçük kız kardeşi geldi aklına:
-En iyisi oraya gitmek. Bir müddet kendimi toparlar, sonra ne yapacağıma karar veririm, diyerek düştü yollara.
Kız kardeşi feryatlarla karşıladı kendisini. Kardeşinin başına gelen felaketlerin acısıyla, kavuşmanın sevinci birbirine karıştı. Saatlerce sarılıp ağlaştılar.
İbnu’l Esed:
-Kader, kader! Kim alınyazısını değiştirebilir ki? Cenab-ı Allah’ın nimetlerine şükür ettiğimiz gibi musibetlerine de şükür edip sabretmeliyiz. Bu dünya zaten bütünüyle bir imtihan dünyası değil mi? diyerek teselli etmeye çalıştı kız kardeşini.
Eniştesi ise hürmette, saygıda kusur etmedi. Kendi elleriyle hizmet etti kayınbiraderine. Yağdan kirden karışmış saçını, sakalını tıraş ettiler, hamama soktular. En güzel çamaşırlardan verdiler. Mükellef bir ziyafet çektiler. Ona:
-Uzun yoldan geliyorsun, yorgunsun, bitkinsin, bir an önce yatıp dinlenmelisin, dediler.
Daha sonra en güzel odaya en güzel yataklarını serdiler, üzerine atlas yorgan örttüler. Aylardır böylesine rahat bir yatağa hasret olmasına rağmen gözü uyku tutmadı. Bütün hayatı bir film şeridi gibi geçmeye başladı gözlerinin önünden. Bakışları duvardaki çalar saate takıldı. Kendi kendine:
-Böylesini hiç görmedim. Harun Reşit’in Avrupa’ya hediye gönderdiği muhteşem saate benziyor, dedi.
Tam o esnada pencerenin açıldığını ve yüzünü göremediği bir kişinin elini usulca uzatarak duvardaki saati aldığını gördü. Yerinden fırladı, pencereye koştu, fakat hiç kimseyi göremedi. Kara kara düşünmeye başladı:
-Ya Rabbi! Bu ne iştir ne haldir başıma gelen? Yarın sabah kime ne anlatabilirim ki? Ne yapayım? Ne söylesem nafile mutlaka benden şüpheleneceklerdir. Bunca felaket yaşadım, onuruma ve şerefime halel gelmedi. Kalıp rezil olmaktansa, çekip gitmek daha iyi. Demek ki çilem daha bitmedi. Ya Allah, Ya Sabur!.. diyerek gece yarısı kimseye görünmeden düştü yollara.
Sabahleyin aynen tahmin ettiği gibi oldu. Herkes aynı şeyleri söyledi. Sabaha kadar ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş olan kız kardeşi bir kez daha kahroldu. Sustu bir daha konuştuğunu gören olmadı.
Üçüncü günün gecesi bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur altında sırılsıklam halde köhne bir hana vardı. Hancıya verecek tek meteliği yoktu. Utancından kimseye gözükmemeye çalışarak ahıra doğru yöneldi. İçeriye girdi, hayvanları ürkütmemeye çalışarak en dibe kadar gitti. Bir kenara ilişiverdi. Hemen uykuya daldı.
Rüyasında neler görmedi ki… Babası, kardeşleri, sevgili karısı, çocukları ve daha kimler kimler… Gayr-i ihtiyari gülümsedi. Yaşıyorlar sandı, güller açtı yüzünde uyurken. Yelesi kabarık bir aslanın sırtında buldu kendisini. En cins güvercinlerini ürkütmeden tutarak okşamaya, sevmeye başladı. Birden sıcak bir ıslaklık kapladı yüzünü, önceleri hoşuna gitti, uyanmadı. Fakat uzun sürünce rahatsız oldu, gözlerini açtı. Başucunda merkep gördü. Eşek istifini bozmadan işemeye devam etti.
(Devam edecek)