• DOLAR 32.345
  • EURO 35.145
  • ALTIN 2309.178
  • ...
SON DAKİKA

Yıllar önce nimet günlerinde güvercinler kazıkların üzerine yumurtladığı gün söylenen şiirin ikinci beyti tamamlandı. 

“İza ca’el akbelet / Bazel hamamet alel veded 

İza ca’el esfelet / Balel himaru alel ibn-il Esed” 

(Dualar kabul olunduğunda güvercinler kazıkların üzerine yumurtlar. 

Her şey en kötüye, aşağıların aşağısına döndüğünde, Eşek İbnu’l Esed’in üzerine işer.) 

İbnu’l Esed: 

-Ya Sabur! Rabbim bundan da daha aşağı bir seviyeye indirmesin inşallah, diyerek kalktı.

Ellerini, yüzünü yıkadı, sabahı beklemeden yola koyuldu. Günlerce aç biilaç yürüdü. Geceleri ayaz yattı. Yedinci günün sabahı uzaktan Dicle nehri gözüktü. Son bir çabayla suya ulaşmak istedi, ama gücü yetmedi, yapamadı, düştü bayıldı. 

Nehrin kenarındaki büyük bahçenin sahibi buldu kendisini. Evine götürdü, elini yüzünü yıkadı. Yavaş yavaş gözlerini açtı, azıcık kendine gelir gibi oldu. Ev sahibine: 

-Korkmayın bir şeyim yok, dedi. 

Açım diyemedi. Anladılar; hemen içeriden yoğurt, kaymak, bal, süt, peynir ne varsa getirdiler. İki büyük tandır ekmeğini nasıl bitirdiğini anlamadı. Göz kapakları ağırlaştı, olduğu yerde sızdı kaldı. Başının altına bir yastık koyup üzerini örttüler. Akşama kadar uyanmadı. Evin sahibi içinden: 

-Bu adam sıradan bir insan değil, hareketleri, davranışları bir başka çeşit. Acaba kimin nesi, nasıl bu hale düşmüş? diye geçirdi. 

Ancak hiçbir şey söylemedi. Akşam yemeğinden sonra da bir şey konuşmadılar. Sabah ola hayrola diye odalarına çekildiler. 

Bahçe sahibi kahvaltıdan sonra İbnu’l Esed’i yanına alarak Dicle kenarına indi. Ne sorduysa İbnu’l Esed geçiştirdi. Başına gelenlerden bahsetmedi, sadece: 

-Çok uzaklardanım. Savaşta tüm yakınlarımı kaybettim. Kimim kimsem yok. Adım Abdullah, (Allah’ın kulu); bir gariban kulum işte, dedi de başka bir şey demedi. 

Yaşlı ev sahibinin aklı yatmadı; ama çaresiz inandı. Kendisine: 

-Peki evladım, ne yapmayı düşünüyorsun, nereye gideceksin? diye sordu, ihtiyar.

İbnu’l Esed cevap olarak: 

-Gideceğim bir yerim, herhangi bir düşüncem yok, dedi. 

Yaşlı adam kendisine acıdı, aynı zamanda kanı kaynadı. Sevdi. İbnu’l Esed’e: 

-Benim büyük bir bahçem var, yanımda kalıp çalışmaz mısınız? diye sordu. 

İbnu’l Esed çaresiz kabul etti. Bahçe sahibi: 

-Evladım ücretini sormadım, hizmetine karşılık ne istersin? dedi. 

İbnu’l Esed: 

-Yatacak yer, yiyecek de birkaç lokma ver yeter, dedi. 

Yaşlı adam itiraz ederek: 

-Hiç öyle olur mu? Karın tokluğuna çalışmaya angarya derler. Mutlaka bir ücret almalısın, dedi. 

İbnu’l Esed yaşlı adamın ısrarı üzerine çaresiz olarak: 

-O zaman bütün bahçeden seçeceğim tek bir ağacın meyvesinin mahsulünü bana ver, dedi. 

Yaşlı adam daha da şaşırdı. Hiç böyle acayip bir şey duymamıştı o güne değin. Yine itiraz ederek: 

-Binlerce ağaç içerisinde bir ağacın ne kıymeti olur oğlum. İstediğin kadar al, dediyse de kabul ettiremedi. 

İbnu’l Esed kendisine bahçenin ortasında güzel bir ağaç seçerek çalışmaya koyuldu hemen. 

Sabahtan akşama kadar arı gibi çalışıyordu. Bahçe sahibinin kendisine yardım için görevlendirdiği üç adamdan da daha fazla çalışıyordu. Her ağaçla tek tek ilgileniyor, çapalama, budama, ilaçlama, gübreleme, sulama her işi en ince ayrıntısına kadar bizzat kendisi takip ediyordu. Bahçe sahibi bütün bir yıl boyunca İbnu’l Esed’in hareketlerini gözledi. En ufak bir olumsuzluk görmedi. İşinden başka hiçbir şeyle ilgilenmiyor, zaruri ilişkiler dışında hiç kimseyle arkadaşlık kurmuyor, şakalaşmıyor, konuşmuyordu. Nazik, kibar ve saygılıydı. İşini çok iyi yapıyordu. Ama sanki başka bir alemdeydi. Sürekli dalgındı. 

Bazen gayri ihtiyari gülümsüyor, bazen de iki damla yaş süzülüyordu gözlerinden. Neler geçiriyordu aklından kim bilir. Gökyüzündeki yıldızları seyrederdi. Yemekte, içmekte gözü yoktu. Önüne ne konulursa birkaç lokma alır, geri kalan artıkları ise eski günlerdeki güvercinlerini hatırlarcasına kuşlara yedirirdi. 

Bahçe sahibi karısına: 

-Hayret, hayret ki ne hayret! Ben böylesi esrarengiz birini hayatımda ne gördüm ne de işittim. Kim bilir nedir, nerelidir? Böyle dört dörtlük bir adam nasıl bu hallere düşmüş anlayamadım. Mutlaka çok önemli bir nedeni olmalı, dedi. 

O yıl görülmemiş bir mahsul oldu. Bereketten ağaçların dalları kırıldı. Ambarlar doldu taştı. Yine de meyvelerin bir kısmı yerde çürüdü. Bir tek İbnu’l Esed’in ağacı kupkuru kaldı. Herkes şaşırdı. Bu nasıl iştir hiç kimse anlamadı. Bahçe sahibi ise herkesten daha fazla üzüldü. İbnu’l Esed’e: 

-Bir ağaç ne ki? İstediğin kadar ağacın mahsulünü alabilirsin oğlum, helal hoş olsun, dediyse de İbnu’l Esed bahçe sahibine: 

-Benim kısmetim buymuş, diyerek kabul etmedi. 

Ağacını ne yaptılarsa daha verimli bir ağaç ile değiştirmedi. 

İkinci yıl da birinci yılın aynısı oldu. Yine bütün bahçede dallar meyveden kırılırken onunki kupkuru kaldı. Bahçe sahibi mahsul bolluğuna sevinemedi, üzüntüsünden kahroldu. Ne yaptı ne ettiyse İbnu’l Esed bir önceki yıldan farklı bir şey demedi. 

-Benim kısmetim bu kadar, ağacımı değiştirmem, diyerek tekrar çalışmaya koyuldu. 

Üçüncü ve dördüncü yıllarda aynı şekilde geçince ihtiyar adam hırsından deliye döndü. Karısına: 

-Bu adam mutlaka ermiş olmalı hanım. Hiçbir şey istemeden dört yıl çalışan birisi melek değil de nedir? Madem hiçbir karşılık istemiyor biz de en sevdiğimiz şeyi verelim kendisine. Güzeller güzeli kızımıza bundan daha asil, daha dürüst ve daha yakışıklı bir eş bulamayız, diyerek bu düşüncesini İbnu’l Esed’e de açtı. 

(Devam edecek)