Sayın Başkan! Yazdım; ama duymayacaksınız!
Meşgul ve yoğunsunuz. Marmaray gibi asrın projesinin yanısıra 3. havaalanı, Yavuz Selim Köprüsü, Avrasya Tüneli, Osman Gazi Köprüsü ve duble yollar yapıyorsunuz/yapacaksınız inşallah. Ferhat gibi dağları oyuyor, yolları kısaltıyor hasretler dindiriyorsunuz/dindireceksiniz inşallah.
Şehir hastaneleri yapıyorsunuz. Sırada Milli Parklar ve bahçeler var. Hatta seçim döneminde bahsettiğiniz kekleri bedava olan kıraathaneleri bile yapacaksınız. Milli Savunma sanayiinde atılımlar, atak helikopterleri, SİHA ve yörük kirpileri yaptınız. Öyle ki milli otomobili bile yapacağınıza inanıyorum.
Yine meşgul ve yoğun olmanıza rağmen ansızın milli bir sporcuyu, kendi halinde olan bir vatandaşı, bir şehit anne-babasını görüyoruz ki arayabiliyorsunuz. Almanya`da bir gurbetçi zulüm görse onu dahi arıyorsunuz. Görüyor, şahit oluyorum.
Tüm bunlara karşın maalesef görmedikleriniz/göremedikleriniz de var. Yoğunluğunuz ve meşguliyetiniz buna bahane olamaz.
M. Akif`i seversiniz, biliyorum. “Kocakarı ile Ömer” şiirini de hatırlarsınız. Aç olan torunları için su dolu tencerede taş pişiren yaşlı kadını gören Hz. Ömer, ona:
“Adam Emîr`e gidip söylemez mi hâlini?
— Ah!” der. Yaşlı kadın:
“Emîr`e öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...
Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!” der. Hz. Ömer:
“— Ne yaptı teyze, Ömer böyle inkisâr edecek?” deyince:
“— Ya ben yetîm avuturken, Emîr uyur mu gerek?
Raiyyetiz, ona bizler vedîatu`llâhız;
Gelip de bir aramak yok mu?” der.
İşte tam burada Hz. Ömer yaşlı kadına şunu der:
“— Haklısın, yalnız,
Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez.”
Fakat yaşlı kadının tarihe geçen cevabı, meşguliyeti ve yoğunluğu bahane olarak kabul eden bir cevap olmasa gerek. Bunu yine siz daha iyi bilirsiniz diye düşünüyor ve yaşlı kadının cevabını yazıyorum:
“— Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş! ... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de civârında inleyen elemi,
Medîne halkını üryan bırak, Mısır`da dolaş...
Gazâ! Gazâ! diye git soy cihânı, gel paylaş!”
Oldukça sert ve acı sözler. Hz. Ömer, kim bilir belki o gün ‘keşke hiç doğmamış olsaydım` demiştir.
İyi de tüm bunları neden yazmak/söylemek ihtiyacı hissettim. Önce şiirin son kısmını günümüze uyarlayalım:
“— Niçin Başkanlığı vaktiyle eylemiştin kabûl?
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Zavallının işi çokmuş! ... Nedir, muhârebe mi?
İşitme sen de Ankara`da inleyen elemi,
Yusufi halkını üryan bırak, Dünya`da dolaş...
Nerde mazlum? diye bağır cihânı, gel paylaş!”
Evet, Ankara`da yaşlı M. Emin ve kolon kanseri oğlu Şeyhmus Alpsoy adlı 28 Şubat`ın gadrine uğrayan mahpuslardan bahsediyorum. Şeyhmus beyin hanımı Suat Hanım, Mazlum-Der Ankara Şubesi`nde çektiklerini ve yaşadıklarını anlatmış.
Sayın Başkan! Her şeyden haberinizin olduğuna inanıyorum. Fakat emin olun ki yaşlı M. Emin ve kolon kanseri olmadan önce babasının bakımını yapan oğlu Şeyhmus`tan haberiniz yok. Allah geçinden versin, ölürse yine haberiniz olmayacak diye düşünüyorum.
Yollar, köprüler yapıp hasret dindiriyorsunuz da bu yaşlı hasta ve kanser olan oğlunun aile vuslatını yetkinizle dindirebileceğiniz halde neden ısrarla dindirmiyorsunuz, bilmiyorum ve anlamıyorum.
Engelli oğlunun üç aylık maaşının gerekçesiz kesildiğinden ise zaten haberdar değilsiniz Sayın Başkan. Meşgulsünüz ve yoğunsunuz. Yazdım; ama duymayacaksınız, biliyorum!