Ekonomi kuvvet midir? Yoksa ayak bağı mı?
Gerek “kuvvetli müminin zayıf müminden hayırlı” olduğunun Nebevi bir kural oluşu...
Gerek düşmanlarımıza karşı gücümüzün yettiğince kuvvet hazırlamamızı, besili atlara sahip olmamızı isteyen Kitab-ı Kerim’imiz ekonomik açıdan kuvvetli olmamızı dayandırdığımız delillerimizdir.
Zaten bunun aksini iddia eden kimse de yoktur. Bireyler olarak da, cemaatler ve devletler olarak da “ekonomik bakımdan güçlü olmalıyız vesselam” diyerek bu işe nokta koymuşuz.
Fakat orta yerde bir gariplik var; ekonominin bize güç ve kuvvet olacağına yürekten inandığımız halde bakıyoruz bazen bize ayak bağı oluyor, sesimizin çok daha gür çıkacağını düşünürken sesimizi hepten kesiyor, gıkımızı çıkartmaz ediyor. Fabrikalarımız, marketlerimiz, gemilerimiz, TIR’larımız sayesinde kollarımızı dört bir yana uzatabileceğimizi zannederken olduğumuz yere çakılıp kalıyoruz.
Bu işte bir terslik var arkadaşlar. Ekonomik ve maddi açıdan güçlü olmak geçmiş tarihte Müslümanlar için bir avantaj iken şimdilerde sanki yolumuzun üzerine yıkılmış bir heyelan.
Acaba neden böyle?
Bunun birinci sebebinin dünyevileşmek olduğunu, elde ettiklerimizi kalbimize koyduğumuz için ve daha sonra da onları kaybetmemek için bütün tavizleri verdiğimizi hepimiz biliyoruz.
Sahip olduğumuz ekonominin bizim için bir kuvvet değil ayak bağı oluşunun ikinci sebebi ise; büyürken hormonlu büyüdüğümüz içimdir. Sahip olduğumuz her şeyin ödünç olmasından, gelişi gibi gidişinin de olacağındandır.
Bir başka deyişle kendi öz sermayemizle kazanmadığımız içindir.
O halde gerek devlet olarak gerek bireyler ve kurumlar olarak büyürken nasıl büyüdüğümüze iyi dikkat etmek durumundayız.
Özellikle dış dünyayla olan ihracat ve ithalatımızda bu işi asla alternatifsiz yapmamalıyız. Aksi takdirde çuvallarız.
Şimdi terör devleti karşısında sesimizin kısıklığını, elimizin kolumuzun bağlı kalışını bir daha gözden geçirelim.