• DOLAR 32.447
  • EURO 34.786
  • ALTIN 2443.575
  • ...

Suriye`de her geçen gün siyasi ve askeri dengeler daha karmaşık bir hal alıyor. Küresel, bölgesel ve yerel güçlerin pozisyonları sürekli olarak değişiyor. Değişken denklemler, süreci meçhule doğru sürüklüyor. İslam ümmetinin aktörü konumunda olan güçlerin kendilerini, hiç hesapta olmayan bir “oldubitti”nin içerisinde bulmaması için çok dikkatli olmaları lazımdır. Ümmetin bütün güç ve değerlerini öğüten bir değirmene dönen Suriye sahası, İslam ümmetinin kıyameti olabilir. İslam ümmetinin aktörü konumunda olup farklı cephelerde konumlanan güçler bir anda kendilerini karşı karşıya bulabilirler. Bu itibarla, gittikçe felakete dönüşen bu sürecin yönetilebilir bir hale getirilmesi gerekir. Sürecin inisiyatifi, bölgesel güçlerin kontrolüne geçmeli ve bölgesel güçler yerel güçler üzerindeki etkilerini kullanarak tarafları müzakere masasına oturmaya zorlamalıdır. Aksi durumda, her geçen gün süreç İslam ümmeti açısından tamamen kontrolden çıkmak üzeredir. ABD ve Rusya`nın Suriye sahasında almış oldukları pozisyon her defasında yeni yeni oturmaya başlayan dengeleri yeniden alt üst etmektedir. Böyle bir zeminde savaşın daha fazla karmaşık hale gelmeyeceğinin garantisini kimse veremez.

Özellikle Türkiye`nin Fırat Kalkanı kapsamında yapmış olduğu operasyona çok dikkat etmesi lazımdır. Sürecin kontrolünü kaybetmemelidir. ABD`nin aktif olarak katılmak istediği bu harekâtta öncü rolünü kesinlikle ABD`ye kaptırmamalıdır. ABD`nin bu harekâtta öncü konuma gelmesi, Türkiye`nin sağlamış olduğu ittifakı darmadağın edeceği gibi, zamanla Türkiye`nin süreç içerisindeki rolünü küçültecektir. Böylesi bir denklemde Türkiye, atacağı her adımda ABD`ye mahkûm olacaktır. ABD`nin Suriye sahasında öncelikleri malumdur. Yani ABD ile Türkiye`nin ya da diğer bölgesel güçlerin öncelikleri farklıdır. Öyle görünüyor ki, ABD`nin öncü rolünü kapması, ABD ile beraber hareket eden bütün güçlerin kazanımlarını ABD`nin hesabına kaydedecektir. Bu sahada kazanılan her başarı ABD`nin hesabına yazılacaktır. Bu sürecin bedel ödeyenleri başkası olurken, kazananları ise tamamen başkası olacaktır. Öyle görünüyor ki, Suriye`de ABD ve Rusya anlaşıp öncelikle İslami yapıları tasfiye edip diğer bölgesel güçleri de bir şekilde razı edip tamamen kendi kontrollerinde olan bir süreci hayata geçireceklerdir. Müzakere masasına dönmek yerine silahı yöntem olarak tercih edenler, geriye dönüp baktıklarında kaçırdıkları fırsatlara çok yanacaklardır.

Şu an çok hassas bir dönemden geçen Türkiye, daha yeni bir darbe girişimi atlatmış iken ve darbe tehdidi tamamen ortadan kalkmamış iken çok iddialı politikalar üretmesi, iç dengeler açısından sıkıntılı neticelere sebebiyet verebilir. Yine şu anda var olan güvenlik açığı göz önünde bulundurulduğu zaman, ihtiyatlı hareket etmenin önemi bir kez daha öne çıkmaktadır.

Şu an Türkiye`nin müttefiki konumunda olan ÖSO bileşenleri, homojen bir yapıya sahip değildir. Yapılan hamleler, bu yapının ayrışmasına yol açabilir.  Fırat Kalkanı çerçevesinde Türkiye ile beraber hareket eden bazı hareketler sürekli ABD tarafından bombalanmaktadır. ABD`nin inisiyatif alması demek, bu yapıların pozisyonlarını tehlikeye düşürdüğünden dolayı ve yine ilkesel nedenlerden dolayı Türkiye`yi yalnız bırakabileceklerdir.  Nitekim bu yönde bazı gelişmeler meydana gelmiştir. Türkiye`nin Suriye`deki harekâtına zahiri olarak meşruiyet kazandıran unsurlardan birisi de buradaki yapıların daveti olduğu ortadadır. Bu yapıların farklı bir pozisyon almaları veya bazı grupların çekilmesi ve bazılarının da ABD`nin şantajları ile farklı bir pozisyon almaları Türkiye`yi zora sokabilir.

ABD`nin sürece dahil olması, Fırat Kalkanı`nın kazanımlarına konmak ve süreci manipüle etmek amaçlıdır.

Her halükarda ABD`nin Fırat Kalkanı sürecinde gittikçe daha fazla söz sahibi olması, Türkiye`nin elini güçlendirmek yerine, Türkiye`yi her anlamda birçok risk ile yüz yüze getirecektir.

Türkiye PYD`den rol kapma adına ABD`nin şantajlarına boyun eğmeden ve çok risk ve maliyet gerektiren işlere girmeden, makul bir dış politika inşa etmelidir.

Özellikle imkan dahilinde müzakereyi önceleyen bir politika inşa etmelidir. Bu konuda İran ve Türkiye biribirlerinin pozisyonunu karşılıklı olarak güçlendirecek ortak bir politik zemin inşa etmelidir. Süreç ilerledikçe bölgesel güçler, bu yıkımdan daha fazla zarar göreceklerdir. Bölgesel güçlerin kaderi biribirleri ile yakından alakalıdır. Makul bir zeminde ortak bir gelecek inşa edilmeli, siyaset ve müzakerelerin rolü, süreçler ve sorunlar üzerinde daha belirgin hale getirilmelidir.