İstanbul sözleşmesi, “Samiri’nin Buzağısı” mı?
İstanbul sözleşmesi, toplumumuzun bağrına saplanmış olan bir hançerdir. Hem de muhafazakâr bir iktidar döneminde bu sözleme imzalanmıştır. Bu sözleşme, meclisten ittifak halinde çıkarıldı. Milletvekillerinin özlük hakları haricinde neredeyse hiçbir konuda partiler arasında konsensüs sağlanamazken, bu konuda ittifak ile ortak bir irade ortaya konuldu. Sonradan, bazı milletvekillerinin beyanlarından da anlaşılacağı üzere, bu yasa üzerinde pek çalışılmadığı ve üzerinde etraflıca düşünülmediği aşikârdır. Bağlayıcı grup kararları veya parti grubu ile beraber hareket etme eğiliminin bir neticesi olarak bu yasa için parmak kaldırılmıştır. Bazı milletvekilleri, “neye parmak kaldırdıklarını bilmediklerini” ve olayın aslına vakıf olmadan bu yasaya onay verdiklerini söylemişlerdir. Yine çok sonraları başka bir milletvekili aslında ailenin korunması gayesi ile ihdas edilen yasalarla ailelerin parçalanmanın eşiğine geldiğini ve birçok ailenin, başta, İstanbul sözleşmesi olmak üzere bu zeminde çıkarılan yasalarla dağıldığını, itiraf etme erdemini göstermiştir. Yani öyle anlaşılıyor ki, zamanında kimi insanlar bu yasanın gayesini ve neticelerini incelemeden bu yasaya destek verdiler ve sahip çıktılar. Her geçen gün, bu yasanın toplumsal ve kültürel sonuçları ile yüzleşiyoruz. Aile yapımızı dinamitlemek için pusuda bekleyenler, bu yasayı gerekçe göstererek her geçen gün sapıkça eylem ve eğilimlerine bir yenisini ekliyorlar. Bazen de ileri hamleler yapmak suretiyle nabız yoklamakta ve sapıkça projeleri için zeminin uygun olup olmadığını kontrol etmektedirler.
Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde zaman zaman yapılan ve tepki görünce de “yanlışlık” adı altında geçiştirilen hamleleri unutmadık. Eğer bu habis sözleşme iptal edilmez ve okulların rehberlik müfredatına dâhil edilirse işte o zaman çok vahim bir tablo ile karşı karşıya kalırız. Cinsiyetsizlik, Milli Eğitim politikası haline gelir.
Kendi elimizle, kanun zoruyla çocuklarımızı kötü niyetli yetkililerin eline teslim etmiş olacağız. “Cinsiyetsizlik” adı altında çocuklarımız eşcinselliğe yönlendirilecektir. Kanundan gücünü alan bu kötü niyetli kişilere karşı, aileler zor durumda kalacak ve ailelerin reaksiyonu, kanuni müeyyidelerle karşılaşacaktır. Bir sonraki aşama, bireylerin, sözde “serbest eğilimlerinin tespiti” adı altında; kızlara, erkek; erkeklere de kız olmalarının mizaçlarına uygun olduğu telkin edilecektir. Eğer isterlerse ameliyat paralarının devlet tarafından karşılanacağı söylenecek ve böyle bir ameliyata aile müdahale edemeyecektir. Müdahale etmek isteyen hatta bu yönde açıklamada bulunanlar, cinsiyet eşitliği kanununa muhalefet etmek ve cinsiyet eşitliğine karşı nefreti körüklemek suçlarından mahkûm olabilecektir. İş buralara kadar gider. Hatta tepki gösteren ailelerin çocukları ellerinden alınabilir.
Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Yarın çok geç olabilir ve bu hasarı atlatmak kolay olmayabilir. Yol yakın iken bu yanlıştan dönülmelidir.
Bu yasadan sonra eşcinsel gruplar toplumda daha görünür hale geldiler. Hatta Allah’ın ayetlerini okuyan ve zina ve eşcinselliğin İslam nezdinde lanetlendiğini ifade eden Diyanet İşleri Başkanı’na saldırmaya kadar işi götürdüler. Diyanet İşleri Başkanı bile, kendi görüşü olmadığı halde, İslam’ın hükmünü açıkladı diye adeta linç edildi. Öyle bir baskı ve pres ortamı ve zemini oluşturuluyor ki, hiç kimse bu grupların sapıklıklarına itiraz etme cüretinde bulunmasın.
Gelinen nokta itibariyle, gerçekten yanılmış ve aldatılmış olanlar, eğer samimi iseler, derhal bu yanlıştan geri dönmelidirler. Derhal İstanbul sözleşmesi bütün sonuçları ile iptal edilmeli ve mahkûm edilmelidir. Ayrıca bu yasaya kimin niçin destek verdiği araştırılmalıdır.
Eşcinsel açıklama ve eğilimleri tasvip etmediği belli olan iktidar, sonuçlarla uğraşmak yerine sebeplere eğilmelidir. Sivrisinek yerine, onu üreten bataklığı kurutmak ile uğraşmalıdır. Bataklık kurutulmalıdır.
İstanbul sözleşmesine, “Hintlilerin kutsal ineği” veya “Samiri’nin buzağısı” muamelesi yapılmaktan vazgeçilmelidir.
Bu konuda ciddi bir kamuoyu oluşturulmalı ve her türlü iletişim kanalı harekete geçirilmelidir. Müslüman bir toplumda gereken tepkinin ortaya konulmamış olması başlı başına bir vehamettir.
Meydanlarda protesto ve basın açıklamalarından tutun da salonlardaki konferans ve panellere kadar her zeminde çok ciddi duruş ortaya konulmalıdır.
Muhafazakâr ve dindar kesim başta olmak üzere, bu konuda halkımızın tepkisizliği büyük bir musibettir.
Hem halkın hem de yetkililerin, İstanbul sözleşmesi konusunda geç olmadan sonuç verici bir duruş ortaya koyması gerekir.