Yeni nesil savaşlar
Yaşamış olduğumuz pandemi süreci ile beraber, birçok ezber bozulmaya devam ediyor. Özellikle petrolün bu denli dibe vurması durumu bir müddet daha devam ederse, sadece ekonomiyi değil, aynı zamanda siyaseti ve stratejik dengeleri etkileyecektir. Algılara adeta format atılması ve ihtiyaç anlayışı, toplumsal tüketimi yeniden şekillendirecektir. İhtiyaçlar hiyerarşisi yeni bir biçim alabilir. Böyle bir durumda ezberler bozulabilir ve asırlar boyu şekillenen toplumsal ve ekonomik yapılar, hiç beklenmedik bir hal alabilir.
Belki bu sürecin beraberinde getireceği en büyük dönüşüm ve değişim, savaş sahası ile alakalı olacaktır. İnsanlık bu noktaya gelmiş iken belki de konvansiyonel harp teknolojisinden daha ziyade biyolojik harpler ön plana çıkabilir. Bu alanda yapılacak çalışmalar, biyolojik savaşları insanoğlu için çok yıkıcı bir hale getirebilecektir. Devasa maliyetli ordular yerine, biyolojik savaşlar, birçok yönü ile devletler için daha cazip görülebilir. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte, hem örgütlerin hem de devletlerin bu silahı çok etkili bir şekilde kullanması beklenebilir. Devletler, üretmiş oldukları biyolojik silahları, vekalet savaşı mantığıyla üçüncü tarafların eliyle de düşman ülkelere karşı kullanabilir. İşte tam da bu noktada gen teknolojisi ve aşı teknolojisi, olayların seyrini belirleyen bir mahiyet kazanabilir. Böyle bir savaş sahası açılırsa, şüphesiz ki, aşı ve gen teknolojisi sahasında ileride olan ülkeler, büyük bir avantaj yakalayabilir. Bu itibarla, halkı Müslüman olan ülkeler, gen ve aşı teknolojisini milli ve stratejik konular olarak kabul etmelidir. Bu sahaya dönük yapılan ümit verici ve sadra şifa projeler, milli ve stratejik proje kapsamına alınmalı ve bu alana gereken destek sağlanmalıdır. Böyle bir yarışın içinde olabilmek için; okullardan başlayarak, toplumsal karşılığı olacak ve rağbet görecek şekilde bir konsept geliştirilmelidir.
Bu günlerde, Covit-19 virüsünün doğal bir virüs mü olduğu yoksa laboratuvarda mı üretildiği tartışmaları hız kazandı. Özellikle Trump’ın yakın çevresinden gelen, Bill Gates’e yönelik suçlayıcı açıklamalar ve Çin’e yönelik suçlamalar ön plana çıktı. Bu süreçle birlikte eğer virüsün Çin’deki bir laboratuvardan yayıldığı iddiası kanıtlanırsa, birçok ülke soluğu Uluslararası Ceza Mahkemesinde alıp astronomik tazminat davaları açabilir. Böylesi bir durumda dünyayı yeni bir kriz bekleyebilir.
Aşı ve ilaç geliştirme sürecine dikkat edilmelidir. Kimlerin aşı geliştireceği ve bu aşının niteliği son derece önemlidir. Zira bulunacak aşı, tedavi yöntemleri ve bunların keyfiyeti; virüse kimlerin sebebiyet verdiği konusunda insanlığa kuvvetli bir fikir verebilir. Sözün burasında, Bill Gates ile alakalı olarak ortaya atılan iddialara değinmek yerinde olacaktır. Trump’ın yakın çevresinden gelen açıklamayı yabana atmamak gerekir diye düşünüyorum. Bill Gates’in özellikle Afrika’daki topluluklar üzerinde birçok deneme yaptığı ve buradaki insanları kobay olarak kullandığı çok önceden basına yansımıştı.
Bill Gates’in finanse ettiği vakıflar aracılığı ile insanlığın geleceğine dair çalışmalar ve aynı zamanda hamleler yapılmaktadır. Çılgın fikirlerini uygulamak için insanların içerisinde bulunduğu zor durumlarını da kullanmaktadır. Yıllar önce Bill Gates’in bir demecini okumuştum. Mealen şöyle diyordu:
“İnsanlık nüfusu gittikçe artmakta ve kaynaklar ise sınırlıdır. Bu durum bütün insanlık için tehlike oluşturmaktadır. İnsanlığın geleceği için, insan popülasyonunu azaltmak gerekir. Bu noktada ben, Tanrı’nın vazifesini üstleniyorum.” Özellikle, “Tanrı’nın vazifesini üstleniyorum” söylemi, bu çılgın zihniyetin her şeyi yapabileceğini düşündürmektedir. Yine yıllar önce yapmış olduğu bir konuşmasında; önümüzdeki süreçte birçok insanın öleceği, bunun bir harp ile değil, salgın bir hastalıkla olacağı yönündeki beyanatını; sadece öngörü olarak değerlendirmek çok iyimser bir yaklaşım olur.
Önümüzdeki süreçte insanlığın geleceğine damga vuracak iki alan için treni kaçırmama adına; aşı teknolojisi ve genetik mühendisliğine stratejik düzeyde eğilmek icap eder. Başkasının aşısına muhtaç olduğunuz müddetçe ve başkasının genetik bilgilerine güvenmek zorunda olduğunuz müddetçe, bu alandaki mahrumiyet büyük bir zaaf olarak karşımıza çıkabilir. Yarın, başkaları Corona aşısını bulduğu zaman, siz de bunu hem tıbbi zorunluluktan hem de toplumsal baskıdan dolayı kullanmak zorunda kalırsınız. Ama uzun vadede kısırlık dahil, bu aşının bir toplumun geleceğinde nasıl bir etki yapacağını bilemezsiniz. Süreç bu aşamaya gelmiş iken, birçok konuya şüphe ile yaklaşmak, paranoya olmayacaktır.
Ölüm gösterilip sıtmaya razı edilme olasılığının olabileceği sürekli değerlendirilmelidir.