• DOLAR 32.573
  • EURO 34.97
  • ALTIN 2425.591
  • ...

Krizler ve musibetler, fırsata ve rahmete dönüşebilir. Tecrübe ve ibret alma mekanizması, yaşanan kayıp ve sıkıntıları ferec kapısına çevirebilir.

Gelişen teknoloji ve endüstrileşme ve akabinde dijitalleşme, insanlıktan çok şey alıp götürdü. Aslımızdan ve bizi biz yapan, yaratılmışların en şereflisi kılan özelliklerimizden hızla uzaklaştık. İnsanlık basamaklarında uruc etmemiz için bize bahşedilen istidatları, hızla bu basamaklardan inmek için suistimal ettik. Oysa bu yeteneklerimiz, Rahman’ın arşına merdiven dayamak ve kurbiyet için bize bahşedilmişti. Biz yeteneklerimizi keşfettikçe, bize bahşedilme amacının tam tersine kullandık. Ellerimizle yaptıklarımız yüzünden ve nefislerin kötülüğünden dolayı, arz, adeta yaşanmaz hale geldi. Yeryüzünü fesad, fitne ve zulüm doldurdu. Kötülerin zulmü ve ifsadı karşısında, iyiler ya sessiz kaldı ya da zulüm ve küfre engel olma dirayetini gösteremedi. Emr-i Hakk vaki oldu. Bütün umuma sirayet eden ve herkesi kuşatan umumi bir musibet bize musallat oldu. İyilerin dualarının artık kabul edilmediği, zulüm ve küfür ehli ile beraber musibetin herkes üzerine sağanak sağanak yağdığı bir demi yaşıyoruz. Şiddetli bir imtihandan geçiyoruz. İnsanlığın azgınlığının başını alıp gittiği, zalimlerin yeryüzünü adeta mezbahaneye çevirdiği bir devranı yaşıyoruz. Hem de yanı başımızda. Çocukların, “Hepinizi Allah’a şikayet edeceğim, Allah’a her şeyi anlatacağım”, dediği; yine “Anne, cennete ekmek var mı, ey ölüm meleği canımı tez al ki, cennette ekmek yiyeyim, karnımı doyurayım”, diyen çocukların feryadı karşılıksız mı kalacaktı? Her tarafı kavuran ateşin bize ulaşmayacağını zannediyorduk. İşte o ateş, yüreğimizin ortasına, hanelerimizin içine düştü. “Her koyunun kendi bacağından asılacağını” zannediyorduk. Oysa kokuşan bir koyunun zararının bir felakete dönüştüğünü gördük. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın”, felsefesini benimsemiştik. Mazlumları, yılanlar öldürürken, biz sadece kaygısızca seyrediyorduk. İşte o yılan şimdi bize de dokunuyor.

Şimdi tevbe zamanı, şimdi Sünetullah’a ittiba zamanı…  Şimdi fıtratımıza ve özümüze dönme zamanı… Hem birey hem de toplum olarak fıtratımıza dönelim, yabancılaştığımız aslımıza. Bizi biz yapan değerleri yeniden ihya etmeliyiz. Zaruret olarak addettiğimiz tüm alışkanlıklarımızdan kurtulmalıyız. Fazlalıklardan arınmayı bir yaşam felsefesine dönüştürmeliyiz.

Savaşların ve ölümlerin olmadığı, çatışma yerine dayanışma felsefesinin hâkim olduğu bir dünyanın pekala mümkün olduğunu ve böyle bir dünyanın, azgın bir azınlık dışında, herkesin özlemi olduğunu gördük. Erdemli toplumlar ve Medine-i Fazılalar neden inşa edilmesin?

Kendi ellerimizle dünyanın sonunu getirmek ve kıyametimizi hazırlamak yerine, yaşanılabilir bir dünya inşa etmek ve böyle bir dünyayı faziletle doldurmak mümkündür.

Belki de insanlık olarak her şeye yeniden başlamalıyız.

Şu günlerde meşhur bir söylem var:

“Hiçbir şey artık bu salgından sonra eskisi gibi olmayacak.” Evet, müspet anlamda, bu salgın bir milat olmalıdır. Buradan elde ettiğimiz maddi ve manevi tecrübeleri, bir insanlık mirasına dönüştürmeliyiz. Bu tecrübeler, insanlığın ortak mirası olarak kabul edilmelidir. Tüketim ve haz odaklı uygarlık yerine, erdem ve tesanüd odaklı bir medeniyet tezi etrafında bir araya gelmeliyiz.

Hülasa; fert ve toplum olarak, ümmet ve insanlık olarak, bize gönderilen bu İlahi ikazı iyi okumalıyız. Ekin ve nesli kurutmanın lanetlendiği, fazilet ve dayanışmanın yüceltildiği, zalimlerin ve müfsitlerin fiilleri ile beraber lanetlendiği bir dünya inşa etmeliyiz.