• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Yaşamış olduğumuz pandemi ve küresel kriz, tüm fikir ve sistemlerin gerçek yüzünü ortaya çıkardı. İnsanlık, her yönü ile kendisi ile yüzleşiyor. Bu güne kadar insanlığa çok mükemmel olarak pazarlanan sistemler ve medeniyet teorileri bir bir çöküyor. Örnek gösterilen ve Türkiye’nin uzun zaman bünyesine girmek istediği Avrupa Birliği’nin aslında hiç de pazarlandığı gibi olmadığı ortaya çıktı. Başta Amerika olmak üzere, tüm Batılı devletler sosyal devlet yönü ile sınıfta kaldı. Sağlık sistemleri örnek gösterilen Avrupa ülkeleri ve Amerika, birkaç bin kişinin ölümü karşısında bile panikleyip çaresiz kaldı. Karşımızda, ceset torbası bile bulmaktan aciz ve Ortaçağ korsanlığı mantığı ile bir birilerinin maskelerini bile çalan bir Avrupa var. Sağlık çalışanlarına bile yeterli maske bulunamıyor. Gerçekten bu kadarını da hiçbirimiz beklemiyorduk. Reklam ile parlatılan imajları ile insanlığın başını döndüren Batılı devletler, bir anda tüyleri dökülmüş/yolunmuş horozlara döndüler.

Bu süreçte dünya ölçeğinde krizi en iyi yöneten devletlerden birisi Türkiye oldu. Avrupalıların uğruna korsanlık yapmaktan çekinmediği maskelerin bedava dağıtımından, yürütülen sosyal hizmet ağına kadar birçok alanda iyi işler yaptı. Özellikle sağlık alanında çok iyi bir çalışma var ve kurulan sistem güven vermektedir.

Bu vesile ile her açıdan insanlık ve medeniyetler kendisi ile yüzleşiyor. Aslında küresel çapta yaşamış olduğumuz bu felaket, çok faydalı bir deneyime dönüştürülebilir. İnsanlık, sahada böylesi bir imtihan ile yüzleşmiş iken her yönü ortaya çıkan sonuçlar insanlık mirası olarak kabul edilmelidir.

Her şeyden evvel, vahşi kapitalizmin insanlık bünyesine uygun bir sistem olmadığı ve zor zamanda özellikle yoksul ve mazlum insanları kaderleriyle baş başa bıraktığı görülmüştür. Vahşi kapitalizm felsefesini esas alan yönetimlerin, başta küresel şirketler ve aile şirketleri olmak üzere, azgın bir azınlığa hizmet ettiği ve diğer vatandaşların maslahatlarını öncelemediği gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Azgın azınlık dışında kalanlar, bu kriz geçtikten sonra bile, bu tecrübeyi unutmayarak küresel bir sistem talebinde bulunmalıdırlar. Geldiğimiz nokta itibariyle, medeniyetler yeniden sorgulanmalı, teknolojinin gelişim konsepti gözden geçirilmelidir. İnsanlık “kendi kendisinin kurdu olmak” yerine, hep beraber “yaşanılabilir adil bir dünya” konsepti benimsenmelidir.

Tüm sistemler, kurumlar ve felsefeler; insan, merkeze alınarak yeniden kritik edilmeli ve eleştiriye tabi tutulmalıdır. Bunu yapmakla insanlık hiçbir şey kaybetmeyeceği gibi çok şey kazanacaktır. Bu süreç iyi değerlendirilecek olursa, sürecin tek kaybedeni küresel baronlar ve kan içiciler olacaktır.

Yine bu süreç ile beraber, bir ülkenin ekonomisinin motorunun üretim olduğu gerçeği ortaya çıkmıştır. Tarım ve sanayinin gerçek ekonomik bileşenler olduğu bu vesile ile bir kez daha anlaşılmıştır. Hizmet sektörü ve finans sektörünün uzun vadeli krizlerde bir toplumun ekonomik yükünü kaldıramayacağı gerçeği bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Hem bu kriz esnasında hem de krizden sonra, pandemi krizinin ardılları ile baş edebilmek ve çok boyutlu yeni krizlerle yüzleşebilmek için tüm kurumlarımızın stratejisinin merkezindeki ana düşünce üretim olmalıdır.

Dünya, artık eski dünya kesinlikle değildir ve olmayacaktır. Yenilikçi ve dinamik stratejiler ile geleceğe hazırlanmalı ve medeniyet yarışında yerimizi almalıyız. Üreten bir ülke olmalı ve ekonomimizin sanal temellere değil, gerçek temellere dayanması gerekir. Sanayinin yanı sıra tarım ve hayvancılık yeniden ayağa kaldırılmalıdır. Devletin bu konuda öncü rol oynaması gerekir. Devlet, sosyal hayat içerisinde gereği kadar olmalıdır diyoruz. Bu süreçte sosyal devlet olgusunun ne kadar hayati bir öneme haiz olduğunu gördük.

Ve diyoruz ki, bu süreçten öğrendiğimiz olgularda belki de en önemli iki husus sosyal devlet anlayışı ve üretimin hayati bir rol oynadığıdır. Böylesi kriz zamanlarında kendi kendisine yeten ve üretim alt yapısı güçlü olan devletler en az hasarla çıkar. Yine sosyal devlet anlayışı güçlü olan ve bunu pratize eden devletler, vatandaş ile daha iyi kenetlenirken; sosyal devlet olgusu zayıf olan devletler, kendi gerçekliğinden ve vatandaşlarından daha fazla uzaklaşır.