• DOLAR 32.267
  • EURO 34.816
  • ALTIN 2453.699
  • ...
SON DAKİKA

Başımızı eğmişiz, geçip gidiyoruz şu dünya diyarından. Yürüdüğümüz yollardan başımız eğik geçiyoruz. Elimizdeki teknolojik aygıtları başımız eğik kullanıyoruz. Başımızı eğmişiz ve bîhaber halimizle geçip gidiyoruz.

Bir an durup yavaşlasak ve başımızı kaldırsak, uyanacağız ve farkına varacağız. Etrafımıza bakıp anlayacağız. Göreceğiz. Duyacağız. Gördükçe ve duydukça daha iyi anlayacağız. Anladıkça hissedeceğiz. Hissettikçe, kalbimizin hüzün bölgelerinde hareketlenme başlayacak. Hissettikçe, zihnimizin bir yerlerinde kurcalama olacak. Böylece bizi eyleme sevk edecek bir durum ortaya çıkacak.

Neden bahsediyoruz?

Etrafımızdaki acılardan bahsediyoruz. Şairin vurguladığı gibi, “Ne çok acı var!” diyoruz ve bizi duyanların da acı çeken insanların farkına varmasını istiyoruz. Birileri like beklerken sanal dünyanın diğer ucundan, biz de yanı başımızdaki dünya için küçük bir umut ve bir o kadar da merhamet bekliyoruz. Acılardan bir acı seçiyoruz. Toplum içinde dışlanma yerine sınıf-altı (under-class) olarak bilinenlerden bahsediyoruz.

Yağmurun büyük bir hışımla yere indiği bir gün, az ötedeki camii önünde bekleyen hemhâlları gibi bir annenin sessizce bekleyişine şahit oluyoruz. Kocaman bir marketin kapısında kucağında bebeğiyle dilenen annenin sesine kulak veriyoruz: “Allah rızası için...” Bütün beklentisi, cebimizin dibindeki birkaç bozukluk olan ve hala inançlı insanlardan umudunu yitirmeden merhamet bekleyen bir annenin varlığını fark ediyoruz.

Fark eden sadece biz değiliz. Başkaları da fark ediyor ve aralarında konuşuyorlar. Birileri “Bunlar duygu sömürüsü yapıyorlar… Bunlar zengin… Bunlar...” diyerek duyduklarıyla hareket ettiği için hemen oradan uzaklaşıyor. Birileri de “Bunlar Suriyeli… Bunlar Afgan… Bunlar…” diyerek kendi yargılarıyla ve algılarıyla davranıp kötü laflarla ortalığa zehir saçıyor.

O annenin varlığının başkalarına ağır geldiğini anlıyoruz.

Oysa bizim verdiğimiz o bozukluklarla ne biz fakir oluyoruz ne de o anne zengin oluyor. Zengin olsa ne yazar! Hem hangi zenginlikten bahsediyoruz! Her gün saatlerce dilenmek mi zenginlik? Sokaklarda insanlara el açmak mı zenginlik? Semt pazarlarının kirli zeminlerinde bağdaş kurup kalabalıktan bozukluk beklemek mi zenginlik? Dev alış-veriş merkezlerindeki insan seline bakıp yardım isteyen gözlerin sahibi olmak mı zenginlik?

Dilenen annenin üstündeki eski ve yırtık elbiseden bahsedeceğiz ama birileri çıkıp “O elbiseleri, fakir görünmek ve insanları kandırmak için giyiyorlar.” diyecek. Sormak lazım: Hangimiz o elbiseleri giyip dilenmeyi göze alabiliyoruz? Tüm mesele para kazanmak mı? İnsanlar, bir like almak için türlü şekillere girerken ve her türlü saçmalığa başvururken; sadece yaşamak için bir avuç merhamet dilenmek mi sorun oluyor? Tekrar soralım: Bütün mesele para kazanmak mı?

O annenin hikâyesini biliyor muyuz? Niçin dilendiğini düşündük mü? Belki çocuklarına ekmek alabilmek için, belki sıcak bir yemek hazırlayabilmek için, belki sobayı yakabilmek için ve belki de yağmur damlalarının girdiği tavandaki deliği kapatabilmek için… Allah bilir niçin… Ama birileri “Belki de bunların hiçbiri yoktur.” diyebilir. Keşke öyle olsa! Biz de “İnşallah, bunların hiçbiri yoktur.” deriz. Ne güzel olurdu, değil mi?

Yine de söyleyelim: Dilenen insana zengin muamelesi yapmayalım. Dilencinin zenginlik alameti varsa, bundan da hoşnut olabilelim ve şükür ki fakir değil diyebilelim. Bizim üç beş kuruşumuzla zengin olmadığını kabul edelim. Ama eğer dilencide fakirlik alameti görüyorsak, bundan da acı duyalım. Üzülelim. Sıkılalım ve mahcubiyet içinde cebimizi yoklayalım. Vermeye karşı cesaretli olalım. Unutmayalım: Dünya, alanların değil verenlerin sayesinde yaşanılabilir…

Önyargılarımızla değil, vicdanımızla karar verelim. Merhamet etmekten korkmayalım (Let's not be fear of compassion). Başkasının derdini anlamaktan kaçınmayalım. Ötekinin kederine göz yummayalım. “Biz” diyebilelim. Toplumun her ferdiyle ortak hareket ederek merhametin yayılmasını sağlayalım. Sürekli tekrar ettiğimiz gibi, gücümüz ve imkânımız nispetinde başkalarına yardım edelim. Ayetin emriyle, el açıp isteyeni boş çevirmeyelim (Duhâ suresi, 10). Bizden isteyeni kovmak ve azarlamak yerine ihtiyacını gidermeye çalışalım. İhtiyacını gideremiyorsak bari yumuşak dille cevap verelim. Bunu da yapamıyorsak sükût edelim. Ve dilenci teyzeye kulak verelim:

Kimi insanlar, bize üstten bakarlar, hakaret ederler. Kiminin bakışı vardır, bize asıl zor gelen de o bakışlardır. Hor görülüyoruz. Çoğu zaman üzüldüğümüzü belli etmiyoruz... Ben bir anneyim. İnsanların bozukluklarına muhtaç bir anneyim. İnsanların merhametine muhtaç bir anneyim. Mecbur olmasaydım gelip sabahtan akşama kadar buralarda el açmazdım. Tabi ki herkes para vermek zorunda değildir. Bazen “Allah versin!” denildiğinde bile moral buluyorum. Biri bana “Abla, Teyze” dediğinde anne olduğumu hatırlıyorum ve mutlu oluyorum…

Biz de “Teyze, Rezzak olan Allah’tır!” diyoruz. İçimizden “Ya Rab, zengin kullarına merhamet nasip eyle!” diyerek dua ediyoruz.

Başımızı eğiyoruz, geçip gidiyoruz şu dünya diyarından.

 

Eşref Nas (Konuk Yazar)