• DOLAR 34.7
  • EURO 36.773
  • ALTIN 2961.825
  • ...

Umuda Cemre Düştü - Mehmet Ali Gönül

Dünyaya gelen her canlı, kevnî bir potansiyelle hayata ilk adımını atar. Onun aslına uygun hareket edebilmesi için çeşitli merhalelerden geçmesi gerekmektedir. Hayvanlarda bu süreç, genellikle Rabbimizin verdiğim ilham, diğer adıyla içgüdü vesilesiyle kurulu bir saat gibi gerçekleşir ve gelişim kendini hemen belli ettirir. İnsanlarda ise durum farklıdır. Tutum ve davranışların belli bir yöntemle kazandırılması gerekir ve biz bu sürece eğitim, ya da terbiye deriz.

Eğitimin önemini hissettiğimiz pandemi sürecinde bir kavram girdi hayatımıza: Uzaktan eğitim. Her şeyin sanal platforma taşındığı bu çağda, mecburiyetler neticesinde tanıştığımız bu kavramın, yüz yüze eğitimin yerini tutmadığı bir gerçek. Peki, uzaktan eğitimi tartıştığımız bu demde, hayretinizi celp edecek bir soru sorayım: “Uzaktan-mektupla babalık” olur mu?

Evladının vatana, millete, ümmete faydalı, iyi bir fert olmasını kim istemez? Bu yazımızda ele alacağımız “Umuda Cemre Düştü” romanı da, ruhunda böyle bir nesil endişesini taşıyan fakat evladından çok uzakta, Medrese-i Yusufiye’de ikamet eden bir babanın, oğlunu mektuplarla uzaktan eğitime tabi tutmasını konu ediniyor.   

Kur’an-ı Kerim’i raflardan indirip lisanlara ve dahi dimağlara yerleştirmeyi hedef edinen insanların sistem tarafından taltif edilmek şöyle dursun öcü muamelesi gördüğü, hapislere mahpus edildiği meş’um bir dönemde geçiyor kitap. Romanda sadra şifa birçok sosyolojik ve psikolojik tahliller edinmek mümkün. Dilerseniz fertten topluma yayılacak şekilde hisselerimi aktarayım.

Öncelikle davasını omuzlayıp çeşitli sıkıntıların ve nihayet Yusufiliğin cenderesinden geçen, zindanı ve ötesini yani uzaklardaki evlatlarının ruhlarını gülistana çevirmeye azmeden bir baba görüyoruz. Yaşadığı ruhi yangınları, endişeleri, gayretleri de… Kitabın hareket noktası, mahalledeki bazı çocukların tavır ve hareketlerinde erdemsizliğin haberini alan ve evladının da bu seldeki çer çöp olmasından endişelenen bu babanın gayretidir. “Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından kendinizi ve ehlinizi koruyun.” Ayetinin gereğini yerine getirmek isteyen bir baba… Zira kirlenmişler çağında tohumu heba etmektense toprağa gömmenin ve cemreyi beklemenin fayda edeceğini bildiğindendir bu gayret. Bu vesileyle ahlaktan ibadete, ibadattan muamelata değin geniş bir ilmihal yelpazesini peyderpey mektuplar aracılığıyla oğluna oğluna anlatıyor.

Diğer tarafta zor zamanların en büyük kahramanlarından biri, hanımı… Kocasının yokluğunda evlatlarına yetimliklerini hissettirmemeye azmeden, kocasının gözünü arkada bıraktırmayan, başlarına gelen musibetlerin takdir-i ilahi olduğunun farkında olan ve isyan etmeyen, evinin sarsılmaz direği, metanet kahramanı bir anneyi görüyoruz. Çağımızda habbeyi kubbe yapan, küçük bir kıvılcımdan nice yangınlar çıkaran, tahammül sınırını azıcık aştığında mahkeme yolunu arşınlayan kadınlara bakacak olursak bir hayal ürünü gibi gelebilir anlattığımız kadın profili, ancak gerçeğin ta kendisidir. Hem de iftihar edilesi ve çokça numunesi olan bir gerçek…

Oğul ise kirlenmemiş ruhu, tertemiz kalbi ve pak aklıyla cami hocalarından, annesinden, dedesinden ve özellikle babasının mektuplarından öğrendiklerini kendine saklamayıp kardeşiyle paylaşan bir ağabey pozisyonunda. Nice kötü ruhlu insanların sokaklarda kol gezdiği bir dönemde babasının neden içerde olduğuna akıl sır erdiremeyen onlarca çocuktan bir çocuk da var gözümüzün önünde.

Yapısı sağlam İslami değerlerle bina edilen geniş ailelerin, musibetlerin en ağırında bile nasıl metin ve vakur kalabildiğine de şahitlik ediyoruz. Zaten ailenin altındaki temelin oyulması da, bu geniş ailenin daraltılması sebebiyle gerçekleşmedi mi? Beli bükülmüş ihtiyarlarla beşikteki bebelerin hatırına saadetin sağlandığı nebevi bir hakikat. O dönemlerden geçmiş ve hala geçmekte olan nice örneklerden bir numune olarak duran bu kamet, aile olmanın ehemmiyetini gözler önüne seriyor. Hele hele 3 neslin arasındaki bağın kopmasıyla anne babanın işe, çocuğun kreşe gittiği ve kreş ekenlerin, huzurevi biçtiği şu dönem, daha da bir belli ettiriyor aile olmanın faziletini.

Öte yandan aileyi destekleyen bir diğer unsur, cami eksenli mahalle dizaynı olarak göze çarpıyor. Mütedeyyin insan yapısıyla süslenmiş mahallede, Kur’an’ın diriltici nefesini tertemiz dimağlara aktaran ve “Yeter ki Kur’an susmasın” diyen yüce ruhlu insanların varlığı, kalpleri birbirine ısındıran en önemli etkenlerden biri oluyor. Zira hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin necat ehli olacağı bir hakikattir ve iyi iş yapıp hayra çağıran ve “Ben Müslümanlardanım” diyenlerden daha iyi kimsenin olmayacağı Kur’an tarafından tescillenmiştir. Başımıza gelen bunca musibetin fazlalığı, böylesi insanların kemiyetinde ve keyfiyetindeki azalıştandır belki de.

Evet umudunu yitirmeyen, zindandan olsa dahi baharları içinde barındıran bir ruhla geleceği dizayn eden o yüce ruhlu insanlar… Onlar, “Saçlarım kadar başım olsa, hak yoluna olsun feda.” diyen Üstad’ın yolunda yürüyenler… O isimsiz kahramanlar… Onlara olan borcumuzun büyüklüğü, yetiştirdikleri güzel insanların büyüklüğüyle eşdeğerdir. Onlardan Hakk’a yürüyenlere Allah’tan rahmet, hayatta olanlara azim, dirayet ve belagatte kuvvet diliyorum.

Rabbim Kitap’tan ayırmasın!

Konuk yazar: Abdullah AYYILDIZ