• DOLAR 34.616
  • EURO 36.276
  • ALTIN 2928.597
  • ...

Teknoloji ve bilim çağının hızlı bir şekilde geliştiği, tüm dünyayı sarsarak değiştirdiği gerçeği inkar edilemez. Bu değişim ve gelişimin etkisinde kalmayan adeta yok gibidir. Zaten değişen şartlarla birlikte insanların değişmemesi, hayatının değişmemesi bir nevi yaşamı gerisinden takip etmek olur. Aslında ayak uydurmaya, şartların değişmesine karşın bir gelişme gereklidir de...

   Ama normal olmayan bir durum vardır ki; insanoğlu bu hızlı değişim karşısında temel insani kodlarını, hayati ilkelerini, insanı insan yapan değerlerini, bir toplum için can damarı olan kültür ve medeniyet mirasını hızla bu değişim çarkına kaptırmış, adeta öğütülüp yok oluşuna göz yummaktadır. Madde, hayatın merkezine oturtularak insanın özü olan maneviyatı, ruhu, kalbi ve hissi yönü bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde görmezden geliniyor. Her şeyin şekil ve görüntüye indirgendiği, duyguların ve düşüncelerin umursanmadığı bu çağda kişiler kendilerini kabul ettirebilmek adına renkten renge, şekilden şekile girmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Kelimelerin ve ses tonunun değerini yitirmek üzere olduğu iletişimde, duygu ve düşünceler için her gün yeni bir emoji üretilmektedir. Adeta şekil olmadan düşünemez ve ifade edemez olduk kendimizi.

    Her şeyin çok basit ve yalın olduğu bu çağda aslında kilometrelerce birbirinden kalben ve ruhen uzaklaştı insanlar. Bir çatı, hayatı birlikte yaşamak için, toparlamak için yetmez oldu. Güvercinler konmuyor evlerin çatısına heyhat! Çanaklar ve internet hatlarıyla hayatlarımızın ana hatları kökünden kopartılıyor. Evler de ruhsuz, hissiz, huzursuz ve mutsuz yığınları bir arada tutmaya yetmiyor. Aile mefhumu parça parça dağılarak her bir parçası toplumun kalbine saplanıyor.

    Maddi hiçbir harcamadan çekinmeyen, adeta birbirleriyle yarış eden insanlık; yazıktır ki sevgi ve dostluk adına paylaşacak bir şey bulamıyor.

     Sosyal medya ağına düşürdüğü beyinlere örümcek yuvalarını sarmış, kalpler arası bağlantıyı sıfıra indirmiş, bir metrelik mesafede hüzünle çarpan kalbi hissedemeyecek kadar his yoksunu yapmıştır. Fertler, ihtiyaç denildiği zaman reklam haricinde başka ihtiyaçların varlığını anımsamıyor artık. Sevgi açlığı, ruhsal susamışlık, merhamet, anlayış hiçbir anlam ifade etmiyor zamane gençlerine.

     Aynı evin içerisinde aynı odada aynı yastığı paylaştığı hayat yoldaşının yalnızlıktan ve ilgisizlikten ağladığını ne yazık ki yıllarca fark edemiyor nice eşler. Elleri dolu dolu poşetlerle eve gelmenin, ihtiyaç listesini tastamam karşılamanın, eve bol miktarda harçlık bırakmanın tüm sorumluluğu yerine getirmek olduğunu zanneden yığınlardan bahsediyorum. Ya da yemek pişirip saçını süpürge etmenin kâfi geldiğini düşünen kadınlar, anneler o kadar çok ki...

     Herkes meşgul ve hiç zaman bulunamıyor. Alınacak yığınla yeni ürün, akraba ve dostlarınkinden eksik olmaması lazım. Zira çok çalışmak, mesai yapmak lazım bunları alabilmek için. Hüzünlü kalpleri, yoksul bakışları, kalabalıklardaki yalnızları kim fark edecek. Ve onlara ayıracak zaman yoktur. Dünyanın öbür ucundaki olaya yorum yapmadan geçemeyen insanlık, sevgisizlikten ve ilgisizlikten canından bıkmışı görmezden gelebiliyor. Çok bir şey değildir istediği yalnızların aslında… Candan ve samimi bir sevgi, halis bir ilgi bir çift yüreğe dokunan, gönül alan söz , bir merhaba , bir hatır sorma ve gözbebeklerine bırakılıp kalbe kadar inen bakış ve tebessüm. Çok şey mi istedim yoksa? Yoksa birçoğumuz aman sen de ne gereği var mı diyeceğiz?

    Ama unutmayalım başkasının çölleşen yüreğine sevgi suyu vermeyen, bir gün yürek ikliminin kuraklığını yaşamaya gebedir. Hayat bu, en onulmaz ve beklenmedik anınızda, başkasına reva gördüğümüz umursamazlığı tam ihtiyacınız varken ilgi ve muhabbeti sizden esirger. Etrafımız doluyken, işler yolunda giderken; hayatın bir köşesinde belki de çok yakınındaki yüreklerden ah u zarlar yükseliyordur. O yürek titreşimlerini algılayabilecek, onlara dokunabilecek hassas kalpler ve ruhlara sahip olmak dileğiyle... Selametle.

Mürvet Okur