• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

24 Haziran'da İspanya'nın Kuzey Afrika'daki toprağı Melilla'da, Fas-İspanyol kolluk kuvvetleri iş birliğiyle mültecilere yönelik bir katliam gerçekleştirildi. Bu katliamda resmi rakamlara göre 37 mülteci feci şekilde can verdi. Kameralara yansımayan ve görgü şahitlerinin basına düşen beyanatları ise ölü sayısının çok daha fazla olduğunu, yaralıların kasıtlı olarak tedavi edilmeyerek ölüme terk edildiği ve onlarca insanın acılar içerisinde kıvranarak can verdiğini belirtmektedirler.

Son dönemde mülteciliğin bir insanlık krizine dönüştüğüne üzülerek görüyoruz. Mülteciler arasında yapılan ayrımların (Afrika-Ukrayna) batının iğrenç olan yüzünü, bize bir kez daha çok daha kara bir şekilde gösterdi. İşgalin, katliamın, sömürünün ve yerlerinden edilmenin sebep olduğu mültecilik, kendiliğinden ortaya çıkmış bir durum değilken; buna sebep olan batının, bu mültecilere insanlık dışı bir uygulama ile yaklaşması barbarlığından ve sömürge anlayışından kaynaklanmaktadır.

Melilla'daki mülteci katliamında İspanyol polisinin insanlık dışı uygulamaları, aslında batının insanlık(!?) anlayışını ortaya koymaktadır. Aç ve susuz bırakılan mültecilere, dar bir alanda canice müdahale edip öldürmek, son nefeslerini veren insanlara coplarla saldırarak kafalarını parçalamak ve bütün bunları kameralar önünde pervasızca yapmak, insanlığın batıdaki bitişini de gözler önüne sermektedir. Oysa 37 tane 'karabatak kuşunu' öldürmek bile, hele bunların içindeki yaralı kuşları copla müdahale edip öldürmenin oluşturacağı infiali; bu 37 mazlum mültecinin hazin ölümleri gündem dahi olmadı.

İspanya başbakanının, bu cani polisleri katliamlarından dolayı tebrik etmesi ise batının bir bütün olarak mültecilere (Asya-Ortadoğu-Afrika kökenlilere) nasıl baktığını da bize göstermektedir. Mülteciliğin, bugün bir sonuç olduğunu ve sadece bunun üzerinde ahkâm kesmenin doğru bir yaklaşım olmadığını aksine sebeplerine iyice bakmamız, sorunun köklerine inmemiz ve daha sonra yaklaşım sergilememiz gerekmektedir.

Batı sebep olduğu ve halen sürdürmekte olduğu işgalleri, katliamları, talanları ve kaosu ısrarla devam ettirmektedir. Bundan hiçbir pişmanlık duymadığı gibi rezil bir onursuzlukla bu anlayışını sürdürme hayâsızlığında bulunmaktadır. Sonuç olarak ortaya çıkan mültecileri de aynı barbarlıkla yok saymaya, süründürmeye ve nihayetinde öldürmeye devam etmektedir. Yurtlarında uyguladığı katliamlarla öldüremediklerini, şimdi batının kapısında öldürerek 'caniliğini' bir kez daha göstermektedir.

Yaralı bir balina için seferber olan bu barbarların, kendi kontrollerindeki mültecilere müdahale edip ölmelerini beklemek, ancak batılı bir barbarın sergileyebileceği bir canavarlıktır. Hele, yaşadığını ve yardım istemek amacıyla son bir çırpınışla elini havaya kaldırmaya çalışan bir insana copla bir darbe vurarak öldürmek batı insanlığının/gaddarlığının geldiği noktayı göstermesi açısından ibret vericidir.

Dün batı ne ise, bugün aynı batı ile yüz yüzeyiz. Dün savaşlar, işgaller ve katliamlar yapan batının acımasızlığı; bugün mültecilere karşı gaddarlık, vahşet ve ölüm olarak kendini göstermektedir. Dün batı iki tane dünya savaşıyla bütün bir insanlığa acımasızlığını ve vahşetini gösterdi. Bugün aynı batı kendi coğrafyası dışında kalan bütün mazlum coğrafyalarda aynı gaddar zihniyetini sürdürerek; savaşlar, işgaller ve yerlerinden edilmelerle tüm mazlumların geleceklerini çalmaya devam etmektedir.

Ne diyor rahmetli Aliya İzzet Begoviç: "Bunu hiç unutma evlat. Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır. Bugünkü refahı, devam ede gelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur." Bu anlayışından şimdiye kadar milim değişiklik olmayan batının, son vahşeti göstermektedir ki, bundan sonra da bu vahşi anlayışından asla vazgeçmeyecektir.