İNTİHAR, BİR ÇÖZÜM DEĞİLDİR
İnsana verilmiş en büyük nimet hayat hakkıdır, yani candır. Can emniyeti, İslam`ın toplumsal hayatta teminat altına aldığı beş emniyetin ilki ve en önemlisidir.
Öyle ki bir çocuğun doğumuyla yaşanan sevinçle yaşayan birinin vefatıyla duyulan üzüntü ve tutulan yas, canın/hayatın ne kadar kıymetli bir ilahi vergi olduğunu ortaya koyuyor. Hele bu lütuf, Rabbimiz Allah`ın fermanıyla “Kendi ruhundan bize üflediği ilahi bir nefes”se kıymeti daha bir anlaşılıyor.
Yaşam sürecindeki bütün çabalar, bu canlılığı korumak ve dinç kalmak üzere değil midir?
Bedenimiz takatsiz kalmasın diye acıkınca yemeğe koşmamız, yorulunca uykuya varışımız, hastalanınca ilaca sarılmamız, saldırıya uğrayınca cansiperane savunmaya geçmemiz bu canlılığı korumak adına değil midir?
Ölümden yana korkumuz, ölmeyi istemeyişimiz ve ölüm sonrası hayata dair arayışlarımız, bu canın sahibine minnet borcunu eda arzusuyla ibadet aşkımız; ahirette saadete, ebediliğe ermiş bir bedeni isteyişimiz bu canlılığın devamını sağlamak için değil midir?
Korunması, dinç tutulması gereken bir cana haksız yere kıymak, İslam`da şiddetle men edilmişken ve bir canı katletmek bütün insanlığı katletmekle eşdeğer görülmüşken aynı fiilin kişinin kendi eliyle olması -intihar- daha şiddetle men edilmiştir.
Kur`an-ı Kerim`de mealen buyurulur:
“Kendinizi öldürmeyiniz!” (Nisa: 29)
Hadis-i şeriflerde buyurulur:
“Ölümü istemeyin! Çünkü bir kişi iyi ise yaşadıkça iyiliği artar. Kötü ise hatalarından dönüp doğru yola gelebilir.” (Buhari)
“Bir şeyle canına kıyana, Cehennemde onunla azap edilir.” (Buhari)
Tevekkülden yoksun bir anlayışın sonucu ve canımızın sahibi olan Allah`a isyanın bir çeşidi olan intihar, Allah(CC)`ı töhmet altında tutmak gibi bir cehaletin ve günahın da ilanıdır.
Yüce Allah(CC) bize gücümüzün yettiğinden daha fazlasını yüklemeyeceğini va`ad etmişken,
Bu dünyada başımıza gelen “zorluk, hastalık, fakirlik, zindan, can/mal ve ürünlerden eksilme”yi imtihanın bir gereği ilan etmişken,
Maruz kaldıklarımıza karşı sabrımızla bizi müjdelerken imtihanın külfetini beşeri bir mantıkla, bedeni bir takatle aşamayan bizlerin hayatımıza son vermeye kalkışması bir nevi varlığımızı kudret elinde tutan Rabbimize karşı güvensizliktir.
Genel olarak imansız veya imanı zayıf olanlar intihar ederler. Müslüman, intiharı düşünmez. Çünkü intihar bir çare, bir kurtuluş değil aksine tarifi imkânsız azaplara kendini atmak demektir.
İslam`ı yaşama yönüyle taklidi ve geleneksel bir toplum olduğumuz için genelde intihar eden kişiyi mazur göstermeye çalışırız.
“Ya psikolojik sorunları vardı, ya şuuru yerinde değildi, ya çaresi kalmamıştı” gibi izahlarla onu sanki bu işin vebalinden kurtarmaya çalışır ve intihar edenin yakınlarını ve kendimizi teselli etmeye çalışırız. Oysa hakikat böyle değildir!
Hayatın yükü, musibetlerin çokluğu, düşmanın zorluğu, zalimlerin tazyiki karşısında Peygamberler de etkisiz kalmış, acizliğini itiraf etmiş, yetersizliğini dile getirmiş ama hiçbiri sorunu aşmayı Allah`ın men ettiği bir şekilde düşünmemiştir.
Hazret-i İbrahim, ateş alevlerinin ortasındayken, Hazret-i Yusuf zindandayken, Hazret-i Eyüp hastalıktan takatsiz düşmüşken, Hazret-i Muhammed aleyhisselam Taif ve benzeri yerlerde şirkin tazyikiyle karşılaşırken “Hasbunallah/Allah bize yeter” deyip aşamadıkları noktaları sonsuz kudret sahibi Allah`a havale etmişler.
Bingöl gibi dindar bir kimlikle öne çıkan bir ilde son bir yılda - gencinden yaşlısına, erkeğinden kadınına, köylüsünden şehirlisine- yirmi dolayında intihar olayının gerçekleşmesi, ister istemez bu konuyu işlememizi zorunlu kıldı ve neler oluyor sorusuyla derinden derine düşünüp sosyal bir analiz yapmamızı gerektirdi!
Hakiki bir imandan yoksunluk, bilgi yönünden eksiklik, manevi açıdan açlık, dünyaya endekslenmiş bir körlük, nesiller arasındaki çatışma, köhne ortamlarda gizlenen günahlar, araç olan maddenin amaç görülmesi, kulak verilmeyen sıkıntılar, basit görülüp çözümü ertelenen ertelendikçe aşılmaz bir duvar olan sorunlar… Haliyle intiharı, en çabuk düşünülen çözüm(!) haline getiriyor.
Bir de bu, toplum içinde konuşulunca işin kolayına kaçan bunalımlı, sorunlu, stresli ve zayıf iradeli kişiler için adeta tutunacak dal(!) haline geliyor.
Oysa intihar etmek, küfre yakın çok büyük bir günah olduğu için ölürken dayanılmaz acılara maruz kalınır.
Ölüm acısı, sanıldığı gibi bir an değildir. İntihar edince ahirette de daha büyük acılara girilir. Ahiret sıkıntıları dünya sıkıntıları gibi değildir, çok ağırdır.
Dünya sıkıntılarına dayanamayıp intihar edenler, ölüm acısına ve ahiret sıkıntılarına acaba nasıl dayanırlar?