Fıkhi hükümlerde din ve hukuk ayırımı
Fıkhi hükümlerin bir kısmında din ile hukuk ayırımı söz konusudur. Ancak beşeri hukukta kullanılan anlamda bir din ve hukuk ayırımını kastetmemekteyiz. Zira beşeri hukukta din ve hukuk ayrımı; dinin hiçbir şekilde hukuka müdahele etmemesi, hukukun dinin kurallarının etkisi altında kalmaması anlamındadır. Ancak fıkhi hükümlerde din ve hukuk ayrımı ise şu anlama gelir; İslam fıkhında her hükmün dünyevi ve hukuki yaptırımı yoktur. Ancak hukuki boyutu olan hükümlerin genelde dini boyutu da vardır. Yani hukuki boyutu olan fıkhi hükümler hem dünyevi anlamda hem de uhrevi anlamda sorumluluk meydana getirmektedir. Bununla beraber bazı fıkhi hükümler salt dinidir, yani bu hükümlerde hukuki yaptırım yoktur ve hukuk bu tür hükümlere müdahele edememektedir. Ayrıca bazı hükümler ise salt hukukidir, yani dini anlamda sorumluluk meydana getirmese de hukuki anlamda sorumluluk meydana getirir.
İslâm fıkhını doğru anlayabilmek için fıkhi hükümlerin hangi kısma girdiğini iyi bilmek gerekir. Aksi takdirde dini hükümler ile hukuki hükümler birbirine karıştırılırsa İslam fıkhı yanlış anlaşılacak ve yanlış uygulanacaktır. Bu bağlamda fıkhi hükümlerin dini ve hukuki boyutlarını bilmek önem arzetmektedir. Bu yazımızda salt dini olan fıkhi hükümlerle yetinerek diğer kısımları sonraki yazılara havale edeceğiz.
Genel anlamda ibadetlerle ile ilgili hükümler salt dini olan fıkhi hükümler kapsamında değerlendirilir. Bu tür hükümler bireysel kaldığı sürece herhangi bir hukuki yaptırım söz konusu olamaz. Ancak toplumsal etkiler doğurmaya başladığı anda hukuki yaptırım söz konusu olur. Örneğin Namaz, oruç, hac gibi temel ibadetler hukukun kapsamında değildir. Yani bir insanın kıldığı namazın, tuttuğu orucun geçerli olup olmadığına hukuk müdahele edip karar veremez. Bu tür meseleler fetvanın konusu olup sorumluluğu dinidir. Ancak namaz kılmamanın, oruç tutmamanın -alenen açıktan yapılması durumunda- hukuki bir yaptırımı söz konusu olabilir. Yani İslam hukuku bir insanın namaz kılıp kılmadığını takip etmez. Ancak biri alenen namaz kılmadığını ortaya koyuyor ve bunu açıkça dile getiriyorsa o zaman belirli bazı yaptırımları olabilir. Zira bu durum bireysel olmaktan çıkıp toplumsal etkisi olan bir duruma dönüşür. Peygamber Efendimiz(S.A.V) şöyle buyurmaktadır: “İstedim ki, emredeyim namaz kılınsın sonra ben namaza gelmeyenlerin evlerine gideyim ve evlerini yakayım.” (Müslim 652/254). Bu hadis İslam fıkhının bireysel ibadet konusunda dini hüküm ile hukuki hükmü ayırdığının en net ifadesidir. Zira Peygamber Efendimiz (S.A.V) "istedim ki" demekle yetinerek namaza gelmeyenlerle ilgili hukuki bir yaptırım uygulamamıştır.
Zekat konusunda ise fıkıh alimleri –özellikle Hanefiler- zekatı zahiri mallar ve batıni mallar şeklinde iki kısma ayırmışlardır. Bu da fıkhi hükümlerde din ve hukuk ayrımının bir sonucudur. Zahiri mallar hayvan ve ekin gibi görünür olan veya beyanatı yapılan mallardır. Bu mallardan zekat verilmemesinin hukuki yaptırımı vardır. Ancak batıni mallar ise para gibi görünür olmayan ve beyanatı yapılmayan mallardır. Bu malların zekatıyla ilgili hukuki bir yaptırım söz konusu değildir. Yani bir insan evinde sahip olduğu malların zekatını vermesi dini bir sorumluluk olup bu konuda hukuki yaptırım söz konusu değildir. Toplumsal etkileri olmadığı sürece İslam hukuku bir insanın evinde gizlediği mallardan zorla zekat almayı doğru görmemektedir.