• DOLAR 34.554
  • EURO 36.186
  • ALTIN 2964.313
  • ...

“Açıkça söylemek gerekirse, doğru olan Türkiye`nin gerek ekonomik, gerekse demokratik anlamda olması gereken yer Şark treni değil, Avrupa trenidir.

Ayrıca biliyoruz ki Şark treninin uğrayacağı bütün istasyonlarda ne özgürlük, ne demokrasi, ne de hukuk iklimi var… Yani bu Şark treni demokrasi istasyonuna hiç uğramıyor.”

M. Ocaktan kendini bir liberal mi, yoksa İslamcı olarak mı tanımlıyor, açıkçası bilemiyorum; ama yaşadığı şeyin bir idrak tutulması olduğu konusunda hiç şüphem yok!

D. Şayegan`ın ifadesiyle “episteme”sinde problem var ve bu da “bilincini yaralamış”.

“Şark treni” ve “Avrupa treni” tanımlaması bile neredeyse tek başına sorunlu düşünceyi deşifre ediyor.

“Şark” karşısında yer alan fikriyat “Garp”dır, bir coğrafi tanımlama olan “Avrupa” değildir, bu bir.

Erdem ve bilgelik esasına dayalı “şark” tefekkürü, eğer olaylar üzerinden değerlendirilirse burada karşıda konumlananın “batı makyavelizmi” olduğu ortaya çıkar ki, bu da söz söyleyenin “çakma batılı” olduğu gerçeğini gözümüze sokar, bu da iki.

Üçüncü olarak da “Batı demokrasisinin” işgal, katliam, adaletsizlik, zalimden yana olma, “Üçüncü dünya”yı böcekten daha aşağıda görme gibi “yüce insani vasıflarını” sayarsak taşları yerine oturtmuş oluruz.

Evet, Bay Ocaktan! Şark çok temiz değil; ama “Avrupa” çok kirli!

Melih Altınok (Sabah):

“Ha bu arada merak edenler için söyleyeyim... Gezi'de "mesele ağaç değil sen hâlâ anlamadın mı" diyerek ateşten çok gençlerin üzerine benzin döktüklerini itiraf eden jön de...

Gazeteciliğin 5N1K kuralını çöpe atıp programında barikatlara adam devşiren arkadaş da...

Yılların Cumhuriyet'ini FETÖ, PKK bültenine çeviren susamuru da...

Gençlere "gidin" diye işaret ettikleri Kobani'de, Rakka'da değiller elbette.

Biri Londra'da diğeri New York, Washington takılıyor... Malum zatsa zaten Berlin sakini.

Peki ya, ambulansın arkasına takılmış taksi gibi Gezi'nin fitilini ateşleyip sonra ortalıktan kaybolan rejisör Sırrı Bey ne yapıyor dediğinizi duyar gibiyim.

Ne yapsın, geçenlerde adına siyaset dediği işi bıraktığını açıkladı beyefendi. Tekrar film çevirecekmiş. Çevirmediği film kalmış gibi...

Kararı siz verin. Şimdi kim öldürmüş oluyor, flaşlar önünde boynuna kırmızı fular geçirilen 23 yaşındaki bu kızı?”

Melih Altınok, önemli bir yaraya parmak basıyor.

İnsanlara gaz verip bir köşede keyif çatanların ruhsuz, geleceksiz, ahiretsiz bir ölüme kutsiyet atfetmelerinin ne kadar kirli olduğunu ancak yüreklerinin bir parçası kırıldığında anlayabiliyor insanlar.

İdeolojiler savaşı var dünyada evet ve burada sihirli kelimeler “Kullanmak” ve “Beraber yürümek”…

Politikacılar “kullanır”, devrimciler ise “beraber yürür” der A. Koestler; ama sanırım kendisi bir türlü ideale ulaşamadığı için sonunda intihar etmişti. Çünkü materyalist bir felsefeden “kutsallıklar” devşiren “devrimci acube” her zaman kullanmıştır. İşte bu değişmez, dünyadaki devasa değişimlere rağmen.

Ahmet Hakan (Hürriyet):

“KemalKılıçdaroğlu sürekli “Böyle bir şey olabilir mi?” diye gösteriyordu tepkisini...

Terk etmiş bunu...

Artık şöyle diyormuş Kılıçdaroğlu:

“Tutuklu gazeteciler içeride daha özgür.”

Sen yine “Böyle bir şey olabilir mi” demeye devam et Kemal Kılıçdaroğlu diyorum ve susuyorum.”

Lütfen Ahmet Hakan, seni biraz daha tutarlı olmaya davet ediyorum.

Kılıçdaroğlu`nu sadece birkaç kelimeye hapsetmek hiç doğru değil. “Böyle bir şey olabilir mi?”

Mesela birkaç gün önce Meral Akşener ile olan görüşmesi için “Beyin jimnastiği yaptık” dedi.

Dediğini yap ve sus!

Nuray Mert (Cumhuriyet):

“Referandum sonrası, ‘Hayır` oyu veren yüzde 49`u temel alan siyaset kurguları aslında muhalefetin de iflasının ilanı. Evet, bu önemli bir rakam, bu denli muktedir bir yönetim, tüm çaba ve baskılara rağmen yüzde 51`i zor bulmuşsa, toplumun yarısı olan bitenden hiç memnun değil demektir. Ama, memnun olmayanın, bırakın birbirleri ile son derece ihtilaflı olmasını, gerçekten demokratik bir Türkiye hayalinin olup olmadığı meçhul. Daha doğrusu, pek meçhul değil, ana muhalefet partisinin dönüp dolaşıp ulusalcılıkta karar kılması sıradan bir körlük değil, demokratik bir gelecek iddiasından vazgeçmeleri demek.”

Eskiden bir ara Nuray Mert için “Ağır abla” ifadesi kullanılırdı. Söylemek istediklerinidobra, net ve erkeksi bir tarzda söylediği için…

Nuray Mert yine “ağır abla”lığını konuşturmuş ve tabiri caizse bazılarının üzerine titredikleri hayallerini bir vuruşta öldürmüş.

Evet, mesele % 49`luk “hayır” bloğu…

Öyle görünüyor ki, CHP tabanı kısa süre içerisinde yeni bir “Ekmek için Ekmeleddin” dayatmasıyla yüz yüze kalacaktır.

Ha bir de Nuray Mert ulusalcılık üzerinden vuruyor CHP`yi ve şöyle diyor: “Ana muhalefet partisinin dönüp dolaşıp ulusalcılıkta karar kılması sıradan bir körlük değil, demokratik bir gelecek iddiasından vazgeçmeleri demek.” İyi de Nuray Mert, Kemal Kılıçdaroğlu, “Tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” dediğinde geriye demokratik bir gelecek iddiası kalmış mıydı?

Fatma Barbarosoğlu (Yeni Şafak):

“Çürüme ve bozulma ahlaksız kişiler yüzünden olmaz. Çürüme ve bozulma ahlakçı kişiler yüzünden olur.

Ne demek istiyorum? Tarih boyunca katiller, hırsızlar,hainler olmuştur. İlk katil ilk Peygamber'in oğlu.

Toplumları çürümeye götüren şey kişilerin kendisini bir yana kendi dışındakileri öteki yana koymasıyla başlar.

Çürümeyi hızlandıran süreç, kişinin bütün iyilikleri kendisi için pay edip başkalarının başına gelen belaya sevinmesi ile başlar.

Çürüme, “kötü" olanı seyredip/seyirci kalıp “Aman da ne kötü şeyler oluyor cemiyette" şikayetini diline dolamak ile başlar.”

Çok kıymetli bir uyarı!

Maalesef toplumda ahlaki değerlerden uzak; ama keskin birer “ahlakçı” kesilen bireylerin sayısı giderek artıyor.

Kınama değil merhamet,

Söz değil faaliyet…

İhtiyacımız olan bu!

 

Haşmet Babaoğlu (Sabah):

“Bu çok büyük bir kavga...

Trump'ın iktidara gelişi onları yıldıramadı.

ABD Başkanı'nın ve arkasındaki "ulus devlet" lobisinin gücünü eritmek için şimdiden yapmadıkları kalmadı, dahası da gelecek. "Yargı darbesi"ne kadar yolu var ya da Trump'a yelkenleri indirtecekler.

Brexit mi? Tamam!

Ciddi biçimde sarsıldılar ama çabuk toparlandıklarını da kabul etmek gerek.

Avrupa ve Çin...

Küreselciler için artık bu iki merkez önemli.

ABD mi?

Olacakları zaten öngörmüşlerdi.

JacquesAttali'yi bilenler, onun "Geleceğin Kısa Tarihi" adlı kitabında "Amerikan imparatorluğunun çöküşünü ve dünyanın bir süre birbirine eşit güçte düşman odaklara bölüneceğini" anlattığını da bilirler.

Attali daha geçen ocak ayında (yani heyecanla Macron'un siyasal doğumuna hazırlandığı günlerde) verdiği bir röportajda "şimdi ABD'nin tıkanıp kalacağı evredeyiz" demişti.

"Yerine kim gelir?" sorusuna ise cevabı ise ilginçti: "Çin değil.

Çin'in vakti daha gelmedi!" Attali'nin işaret ettiği acil güç yeni Avrupa'ydı.

Belki bu çerçevede geçen hafta Merkel'in yaptığı "yeni Avrupa" konuşmasını daha iyi anlayabiliriz.”

İttifaklar ve denge hesapları sürekli değişen dünyada dinamik düşünebilmek önemli.

Coğrafyamıza kaos taşıyanların hiç de huzurlu olmadığını artık daha net olarak görebiliyoruz.

Amerika-İngiltere, Almanya-Fransa, Rusya-Çin…

Bloklar değişiyor, hedefler değişiyor, maşalar değişiyor.

Çok dikkatli olmak, gerekirse “kan tükürüp kızılcık şerbeti içtim” diyebilmek gerekir.

Yoksa…

Yoksa sadece küresel güçlerin çekişmelerde alana sürdüğü “kullan,at!” malzemeler hükmüne geçeriz de bunun farkına bile varmayız.

 

Murat Sevinç (diken.com):

Anne babalar, o pek de ciddiye almadıkları ‘çocuklar`ının aslında ‘zannettikleri` insan olmadığını fark etti şaşkınlıkla. Malum, her nesil kendini pek beğenip sonra geleni küçümseme eğilimdedir. Oysa o ‘sonraki`, daha kötü, daha cahil ya da daha zayıf değil, yalnızca farklıdır ve iyi ki farklıdır. Dünyaya, siyasete ve toplumsal gelişmelere ‘mektup yazılan` yıllardan bakan bir baba, o ‘dünya`yı pantolonun kıç cebinde taşıyan bir çocuğu anlamakta zorluk çekecek kuşkusuz. Thomas Jefferson boşuna mı “Her 19-20 yılda bir yeni neslin ihtiyaçları yönünde yeni anayasa yazılmalı” demişti!”

Murat Sevinç bu sözleri “Gezi” üzerinden söylüyor ve o konuda kendisine katılmıyoruz; ama genel anlamda önemli sözler söylediği konusunda sanırım hemfikiriz.

Gençleri anlama, onlara güvenme konusunda problemlerimiz var.

“Bizim zamanımızda” diye başlayan sözler donuk bir bilinci, muhafazakârlaşan bir yargıyı ve güvensizliği deşifre ediyor.

Bizim zamanımız geçti, asıl olan şimdiki zamandırve bizim yapmamız gereken de şimdiki zamanı küçümsemeden anlamaya çalışmaktır.