• DOLAR 34.547
  • EURO 36.015
  • ALTIN 3005.461
  • ...

NİHAYET HÜDA PAR

Bu kadar yalan ve iftiranın arasından geçmek zorundaydık, aksi takdirde bir yalan çokça dillendirildiğinde söyleyenler de inanmaya başlıyormuş.

Analizci meseleyi HÜDA PAR’a ve günümüze kadar getirmiş.

Bakın ne demiş:

“Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Hüda Par’a ilişkin değerlendirmeleri bu ajan oluşumun anlaşılması açısından önemsenmesi gereken bir olguyu ifade etmektedir. Soylu, “Devletin ve Türk siyasetinin son 10 yılda attığı en önemli adım Hüda Par adımıdır. Bu adım, stratejik devlet aklının geliştirdiği bir politikadır. Bunun önemi 10 yıl sonra anlaşılacaktır” demektedir. Süleyman Soylu tartışmasız bir şekilde Hüda Par’ın bir devlet projesi olduğunu ortaya koyarken, tam da saptırılmaya çalışılan bu gerçekliği yerli yerinde bir belirleme ile deşifre etmiş oluyor. Türk generali Arif Doğan’ın söylediği şeyleri daha yalın bir şekilde dile getirmiş oluyor.”

Perinçek ile ilgili söylediklerimizi aynen Soylu için de söyleyebiliriz.

Evet, size göre Soylu ne kadar güvenilirdir ve sözüne ne kadar itibar edilir?

Bu açıklamayı ve bağlamını anlamamak ve yukarıdaki sonucu çıkarmak için ya kamuoyunu geri zekâlı sanmak ya da çok düşük bir zeka seviyesine olmak gerekir.

Biliyoruz ANF’ciler dediklerimizi anlamayacaklar; ama yine de tarihe not düşme anlamında birkaç satır karalayalım.

Soylu’nun açıklaması 2023 cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde söylendi.

Erdoğan, kritik seçim için propagandasını “Muhalefet / Kılıçdaroğlu, PKK ile ittifak halindedir” söylemi üzerine kurmuştu. Meydanlarda Kandil baronlarının Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasında bulundukları videoları izletiyordu.

İlk başta bunu önemsemeyen, kazanacağına oldukça emin olan Millet İttifakı bileşenleri, bir süre sonra havanın değişmeye başladığını fark ettiler. Herhalde oturup konuştular ki, hep birlikte AK parti listelerinden seçime giren HÜDA PAR’ı hedef almaya başladılar. O kadar yoğun bir saldırı başladı ki, HÜDA PAR kime cevap yetiştireceğini şaşırdı. Konuştuğu zaman partisine zarar verdiği için konuşmaması istenen Mansur Yavaş bile meydana çıktı ve AK Partiden daha çok HÜDA PAR’ı hedef aldı.

HÜDA PAR’ı hedef alanlar, onu “Devletin birliğine düşman”, “Anayasadaki değişmez maddelere karşı”, “Ülkede federasyon, özerklik isteyerek üniter yapıya karşı” şeklinde suçluyordu. HÜDA PAR ise tek parti döneminin ırkçı-asimilasyoncu politikasının ve Anayasadaki darbe kalıntısı maddelerin değişmesini istediğini gizlemeden söylüyordu.

CHP ve İYİ Parti dışında Zafer Partisinin de HÜDA PAR’ı hedef alması Cumhur İttifakından MHP ve BBP’yi gard almaya itti. Özellikle BBP defalarca doğrudan HÜDA PAR’ı hedef alan açıklamalar yaptı.

HÜDA PAR’dan bazı isimlerin AK Parti listelerinden aday gösterilmesi, Özdağ faşizmini, CHP Kemalizmini rahatsız ettiği gibi odatv gibi karanlık odakları, Kemalist sol grupları da rahatsız etmişti. Kullanılan dil Erdoğan’a oy vermesi beklenen milliyetçi grupları da küstürebilirdi. İşte Soylu’nun açıklaması, bu kesimleri konsolide etme amaçlıydı. Yoksa Soylu’nun görev yaptığı süre boyunca HÜDA PAR tabanında çok da iyi bir izlenim bırakmadığı, etkinliklere sürekli sorunlar çıkardığı bilinen bir şeydi.

KİMLER SERBEST KALDI?

Bazen gerçeğin bir kısmını söylemek ve en önemli kısmını bilinçli olarak gizlemek en büyük yalan ve dezenformasyondur. PKK medyası hiç olmamış şeyleri ortaya atmakta mahir olduğu gibi bu konuda da ders verecek seviyededir.

Mesela 2010 tahliyeleri ile ilgili söyledikleri…

 “1990’lı yıllarda yüzlerce Kürt'ü vahşi bir şekilde katleden Hizbulkontracılar, faşist AKP hükümeti aracılığıyla serbest bırakıldı. Bu katil devşirme çevreler yeniden formatlanarak Hüda Par ismiyle tekrar piyasaya sürüldü.”

Önce dikkatinizi çekmek istediğimiz yer ilk cümlede geçen kelimeler…

PKK’nin yaptığı saldırılar sonrası Hizbullah da kendini savunmak için karşılık verdi evet. Ama öyle PKK’nin yaptığı gibi bombalamalara, mayınlara, kitlesel katliamlara hiçbir zaman yönelmedi. Ortadaki garabet ise bırakın öldürülen kadınları, çocukları, sivilleri, öğretmen ve işçileri; sadece iç infazlarda 15 binden fazla Kürd’ü katleden örgütün utanmadan Hizbullah için “Yüzlerce Kürt’ü katleden” diye bir ifade kullanması…

Asıl konuya gelirsek…

PKK medyası gerçekleri tersyüz ederek hukuki bir düzenlemeden siyasi bir sonuç çıkarmaya çalışıyor.

Meseleyi kısaca özetleyelim.

2004’te çıkarılan ama 2 defa ertelendiği için yürürlüğe girmeyen CMUK (Ceza Muhakemeleri Usul kanunu) 102. Madde etrafında bir tartışma yürütüldü.

Bu madde gereği cezaevlerinde tutuklu bulunup da adli vakalarda beş (5) diğer konularda ise on (10) yıl cezaevinde kalıp davaları hükme bağlanamayanlar serbest bırakıldılar.

Bu serbest bırakılanlar arasında Hizbullah davası tutukluları da vardı.

Resmi rakamlara 950’den fazla kişi bu madde kapsamında “uzun yargılamadan” dolayı tahliye edilmişken neden mesele sadece toplam rakamın onda biri bile olmayan Hizbullah tutukluları üzerinden konuşuldu?

Serbest bırakılanların içinde yüzlerce PKK’li, uyuşturucu suçluları, organize suç örgütleri mensupları bulunuyordu. Hatta “uzun yargılamaya” özellikle itiraz edenler Ergenekon Davası avukatlarıydı ve o davadan yargılananlar da serbest bırakılmıştı.

Ortada bir kanun maddesi vardı ve o maddeye göre mahkumiyet kararı verilmemiş olan “tutukluların” tutukluluk sürelerine göre “tutuksuz yargılanmaları” kararıydı uygulanan.

Şimdi böyle bir düzenlemeyi hedef alarak “Faşist AKP hükümeti aracılığıyla serbest bırakıldılar” demek meseleyi bilerek saptırmak, yalanlar üzerine analitik aptallıklar serpiştirmek değil de nedir?

TAHSİLLİ CEHALET DEĞİL SAF KÖTÜLÜK

Bir mesele nasıl saptırılır, “tekrarlanan bir yalan nasıl yalanı söyleyene de inandırıcı gelir” konusuna en iyi örnekler PKK medyası içinde bulunabilir.

“Gladyo-mafya devlet için artık bu güruh rolünü oynama noktasından sapmıştır. Bunları karşısına almamak ve gerektiğinde yeniden farklı biçimlerde kullanmak üzere, “hizmetlerinden” ötürü AKP üzerinden ödüllendirmeyi tercih etmiştir. Evet bu çerçevede, bunların büyük bir kısmına dokunulmamış (ki bunların bir kısmı Kobanê protestoları sürecinde halka karşı kullanılarak onlarca yurtseverin kanına girmişlerdir) ama belli bir kısmı da daha sonra serbest bırakılmak üzere tutuklanmış ve binleri bulan cinayetlerden sorumlu tüm katiller peyderpey serbest bırakılmışlardır. Gladyo devletin, “suyu kurutarak balığı susuz bırakma stratejisinin” bir parçası olan devşirme hainleri silahlandırarak halka saldırtma projesi istenen sonuçları vermemiştir. Bu nedenle, tutuklanmayan-dokunulmayan ve cezaevlerinden serbest bırakılmaması gereken, ancak kirli amaçları nedeniyle AKP hükümeti aracılığıyla serbest bırakılan bu katil devşirme çevreler yeniden formatlanarak Hüda Par ismiyle piyasaya sürülmüştür.”

Fark ettiğiniz gibi yine 102. Maddeden dolayı serbest bırakılan Hizbullah tutukluları üzerinden paranoyakça sonuçlar çıkarıyor PKK medyası.

Bir meseleyi doğru zeminde tartışabilmek için doğru argümanlarla yola çıkmak gerekir.

“Kobanê protestoları” denilen olaydan kısaca söz edelim.

PKK çevrelerinin “Kobanê” dediği Suriye’nin Aynularab kenti, PKK’nin Suriye kolu PYD’nin kontrolü altındaydı. Küresel emperyalist projelerden olan DAİŞ’in Suriye’de Esad muhalifi çevreleri darmadağın ettiği dönemde PYD kontrolü altındaki yerler de birer birer ele geçirilmişti.

DAİŞ, Kobani sınırlarına dayandığında devreye Amerika girdi ve PKK’ye hem hava desteği sağladı hem de silah yardımında bulundu.

Çözüm süreci halen devam ettiği için AK Parti hükümeti hem Kobani’deki sivilleri kabul etti hem de yaralıların Türkiye’de tedavisine izin verdi. Hatta sınırları açarak Kürdistan Bölgesel Hükümetinin, Türkiye üzerinden PKK’ye silah yardımında bulunmasına izin verdi.

Gerek Selahattin Demirtaş gerekse de Diyarbakır eski Belediye Başkanı Osman Baydemir, yaptıkları açıklamalarla Türkiye’den silah istediler. Demirtaş, ağır silahların geçişi için koridor açılmasını bile talep etti.

Ama yine de DAİŞ ilerlemeye devam etti ve Kobani’nin neredeyse yarısını ele geçirdi.

Tam o sırada bir “zincir açıklama” söz konusu oldu.

İmralı’da Abdullah Öcalan ile görüşen kardeşi, görüşme sonrası “Kobani için teyakkuzda olunması” mesajını iletti.

Duran Kalkan, halkı sokağa davet etti.

Selahattin Demirtaş, HDP MYK’sının kararıyla halkı sokağa çıkmaya ve “alan tutmaya” davet etti.

Sokağa çıkanlar cinayetten, yağmaya kadar her halta bulaştılar. Özellikle HÜDA PAR temsilcilikleri ve HÜDA PAR’a yakın dernekler hedef alındı. 25’ten fazla yerde tahribat oluştu. Yasin Börü ve arkadaşları vahşice katledildi.

Sokağa çıkanlar kendileri, tahribat yapanlar kendileri, ambulansları bile yakanlar kendileri, mağazaları yağmalayanlar kendileri; ama mağdur da kendileri öyle mi? 

Kürt töresinin alışık olmadığı ve toplum hafızasından kesinlikle silinmeyecek bir vahşete imza atanlar, Kurban Bayramında yardım dağıtmak için çıkan gençleri insan aklının alamayacağı bir vahşilikle şehid edenler utanmadan, ahlaksızca başkalarını suçluyor, öyle mi?

Hayır, kesinlikle bir konunun bu derece saptırılmasına bir mazeret bulmak mümkün değil. O yüzden bunu “tahsilli cehalet” diye yorumlamak fazla saflık olsa gerek. Ortada şeytanı bile tiksindirecek bir “saf kötülük” var ve yapılan yorumlar da bunu kuvvetlendiriyor.

HAMLE DEĞİL KAOS

Bazı metinleri okurken eğer elinizde anlatılan dönemle ilgili bir arşiv külliyatı yoksa ciddi biçimde yanıltılabilirsiniz.

Mesela PKK tarihini, kurulduğu dönemi, iç infazları, adam harcama yöntemlerini bilmezseniz birileri size, örgütün çıkarları için vahşi katliamlar yapmaktan çekinmeyen Ortodoks Marksist zihniyete iman etmiş silahlı kişileri, dağlarda izmarit toplayan, çiçek ekip şiir okuyan romantik devrimciler olarak tanıtabilir.

Eğer konu PKK ise ve siz PKK medyasına bakıyorsanız bilin ki her cümlede birkaç saptırma ve yalan söz konusudur.

Alıntılara devam ediyoruz…

“2012 yılı, Kürt Özgürlük Hareketinin devrimci hamle yıllarından biridir. Gerilla eylemleri devleti müzakereye zorladığı bir karakter taşımaktadır. Her ne kadar sonradan açığa çıkan “Çökertme planının” bir parçası olarak gelişmiş olsa da, bir yıl sonra ateşkes ve iki yılı bulan bir eylemsizlik sürecinin yaşandığı bir dönem olmuştur. Hüda Par, devletin gerilla karşısında zorlandığı 2012 yılında boyası değiştirilerek yeni bir modelmiş gibi piyasaya sürülmüş, imajı değiştirilmeye çalışılan bir oluşumdur.”

HÜDA PAR’dan ve kuruluşundan söz edilecekse, öncesinden, yani Mustazaf Der sürecinden söz etmek gerekir.

Hatta Kutlu Doğum etkinlileri konuşulmadan mesele tam olarak anlaşılmaz.

Kutlu doğum etkinlikleri Diyanet işleri Başkanlığının başlattığı bir faaliyetti. Miladi takvime göre Hz. Peygamber (s.a.v)’in doğduğu 20 Nisan tarihi esas alınarak bir hafta etkinlik yapılmasına karar verilmişti.

Etkinlikler genellikle resmi ve soğuktu. Mecburen katılan görevlilerin haricinde pek fazla ilgi de yoktu.

Sonra birden bire ortam değişti.

Mustazaflar, bu etkinliğe farklı bir hava verdiler.

Önce bazı il ve ilçe merkezlerinde halka açık, canlı ve coşkulu “Mevlid etkinlikleri” düzenlendi.

Konuşmalar, ilahiler, mevlidler, salavatlar ve tekbirler…

Halkın bu etkinliklere ilgisi inanılmazdı.

Yıllardır belki de ilk defa kendi dillerini kullanan, kendi değerleriyle yola çıkan insanlarla karşılaşmanın heyecanı vardı. Etkinliklerde gözyaşı dökenler, kendinden geçip hastaneye kaldırılanlar oluyordu. Etkinliklerin bitiminde burukluk yaşayan, bir dahaki etkinliği iple çekeceğini söyleyenler vardı.

Halkın ilgisi ve teveccühü bazılarını rahatsız etti. Özellikle Şanlıurfa’da 2007 yılı Kutlu doğum etkinliğinde ilahi okuyan başörtülü kızların görüntüsü kimilerini neredeyse kudurtmuştu. Yazılar öfke dolu, açıklamalar öfke doluydu. Tarihe “27 Nisan e Muhtırası” olarak geçen Genelkurmay açıklamasının en önemli sebeplerinden biri de Mustazafların Şanlıurfa’daki “Kutlu Doğum etkinliği” idi.

Bakın Genelkurmay o bildiride ne demişti:

“22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.”

Askerin siyasi alandaki etkinliği devam ediyordu. Medyada “Genelkurmay muhabiri” gibi çalışan gazeteciler vardı. Askerin yorum yapması ve tehdit gibi açıklamaları muhalefeti memnun etmiş, hükümeti ise kaygılandırmıştı.

Nitekim birileri harekete geçirildi ve düğmeye basıldı.

Aynı günlerde “adli” bir operasyon kasıtlı olarak genişletilmiş ve Mustazaf Der de operasyon kapsamına alınmıştı. Yani aslında “e muhtıra” daha önceden başlatılmış bir operasyonun devamı niteliğindeydi ve hükümeti harekete geçme yönünde tehdit ediyordu. Polis ve yargı zaten “talimatı” yerine getirme konusunda sıkıntı çıkarmıyorlardı.

Bundan sonra baskın ve operasyonlar devam etti.

Gerekçelerin hiç önemi yoktu ve kimse bu gerekçelerden dolayı ne yargıyı ne de polisi sorguluyordu. Önemli olan verilen kararı yerine getirmekti. 2007’den sonra çok yönlü baskınlara, provokatif amaçlı operasyonlara girişildi.

Ülkenin başbakanı “one minute” çıkışıyla Siyonist rejime posta koymuşken ve tüm Türkiye’de israil’i protesto gösterileri yapılırken, Mustazaf  Der ve ona yakın dernekler bu yüzden, evet “Siyonist katilleri protesto etmekten” dolayı yargı takibatına uğradılar ve kimileri ağır cezalar aldılar.

Dernek kapıları kırıldı, evlere gece operasyonları düzenlendi. Her şey kamerayla kaydedildi; ama hukuksuzluklar kamuoyuna yansıtılmadı. Gözaltına alınanların bir kısmı uzun süre cezaevinde kaldı. Ve sonunda dernek hakkında kapatma kararı verildi.

Yani HÜDA PAR, Mustazaf Der’in kapatılması sonrası gündeme geldi.

Yani meselenin PKK’nin “hamle yılı” ile uzaktan yakından bir alakası yoktu.

Tabii bu arada “hamle yılı”nın ne olduğu üzerinde de durmak gerekecek.

2012 yılı istihbarat bürokrasisinin PKK ile çözüm için görüşmeler yaptığı yıllardır. MİT ve PKK arasında görüşmelerin yapıldığı ve sonradan hükümeti zor durumda bırakmak için sızdırılan “Oslo görüşmelerinin” tarihinin Eylül 2011 olduğunu belirtelim.

Kendisine muhalif herkesi MİT’çi ve devlet ajanı olmakla suçlayan PKK hareketinin MİT ile görüşmelerin yapıldığı dönemi “Hamle yılı”  olarak isimlendirmesinin garabetini bir tarafa bırakarak…

Aslında 2012, FETÖ adı verilen, küresel emperyalist sistemin maşalarından bir yapılanmanın Erdoğan’ı hedef almaya başladığı bir dönemdir. FETÖ yapılanmasının emniyet ve asker içerisindeki gücü ile bürokrasiyi büyük oranda esir aldığı ve yargı marifetiyle operasyonlar yapmaya başladığı bir dönemdir.

O yüzden bu yıl eğer PKK için “hamle yılı” ise bunun sebebi güvenlik bürokrasisindeki karışıklık ve yargının devlette meydana getirdiği kaostan kaynaklıdır.

Yani dememiz o ki, övünmeden önce size yol açan küresel emperyalist taşeronlardan da söz ederseniz en azından gerçeğin bir kısmını dile getirmiş olursunuz.

PKK KEMALİST DEVRİMİN DEVAMI MI?

Sol ideoloji mensuplarının basit meselelerden dolayı ayrıştığı ve her ayrışmadan dolayı birbirlerine yönelik ağır ithamlarda bulundukları bilinen bir şeydir. PKK bu konuda kendini aşmış, yalan ve iftiralarla itham etmede rekorlar kırmıştır.

İtham edilecek kişi ve grupların ne oldu ve nerede durduğu PKK için önemli değildir. Önemli olan PKK zihniyetinin saldırı ve ithamlarına zemin bulmak için onu nerede görmek istediğidir.

Mesela Ümmet konusundaki vurguları ve eylemleri ortadayken HÜDA PAR’ı “Türk-İslam Sentezi” noktasında konumlandırma çabasının akla, mantığa, vicdana, ahlaka, insanlığa uyan bir tarafı yoktur; ama PKK kafası öyle yaftalamaktadır:

“Hüda Par, sadece Kürt ismi dillendirilerek, aslında İslam Türk Sentezi olan bu “stratejik akıl” üzerinden PKK öncülüğünde gelişen ulusal demokratik devrimin önüne geçmek, yani inkarcı, asimilasyoncu, soykırımcı zihniyet çizgisinde hazırlanarak devreye sokulmuş hain işbirlikçi bir rol üstlenmiş oluyor.”

HÜDA PAR’ın nerde durduğunu uzun uzun izah etme imkanımız vardır; ama malum kafanın bunu idrak edebilme kapasitesi ve kabul edebilecek bir insani özelliği yoktur. O yüzden de biz PKK zihniyetinin nerede durduğundan kısaca söz edelim.

PKK’nin bir Kürdistan talebi var mıdır?

Bakalım…

Aysel Tuğluk, kimsenin devletinde, iktidarında gözleri olmadığını belirterek, 'Açıkça ve altını çizerek belirtiyorum. Biz Kuzey Kürtleri olarak demokratik ulus çözümünü esas alıyoruz. Bu çözüm modelini devletçi, milliyetçi, iktidarcı çözümlerin alternatifi olarak sunuyoruz. Devlet değil, demokrasi talep ediyoruz' dedi. (https://www.posta.com.tr/siyaset/video-hdpli-tugluk-devlet-degil-demokrasi-talep-ediyoruz-520830)

Yine Aysel Tuğluk, Radikal Gazetesindeki yazısında aynen şunları söylüyordu:

“Kemalistler, sol, muhalif ve aydın çevreler Kürtlerle uzlaşmanın kaçınılmazlığına inanıyorsa, ılımlı İslam denilen ve aslında ne olduğu, nasıl tanımlanacağı çok da belli olmayan ve tamamen "imparatorluk" güçlerinin imalatı bu projeye karşı modern aklın ve demokratik kültürün birbirini kabul eden zemininde buluşabilmelidir.”

Şimdi HÜDA PAR’ı ne ile suçladığına bir daha bakın: “inkarcı, asimilasyoncu, soykırımcı zihniyet çizgisinde.”

Peki Kürtler ile ilgili ırkçı, asimilasyoncu, soykırımcı bir tutum takınalar Kemalistler değil mi?

Dersim ve Zilan katliamları Kemalist sistemin işi değil mi?

Demek ki PKK’nin istediği “Demokratik devrim” talep ve projeler bağlamında “ırkçı, asimilasyoncu, soykırımcı” Kemalizm ile örtüşüyor ki, “Ilımlı islam’a karşı işbirliği yapabiliriz” diyorlar.

NEREYİ DÜZELTELİM?

“Kendisine milliyetçilik, Kurdi-Kurdistanilik sıfatı yakıştırmaya çalışan bu oluşum, Kurdistani olan hiç bir güçle ittifak arayışına girmiyor, ancak çok çarpıcıdır ki Kürt düşmanı MHP, BBP, AKP ve dar anlamda birçok Kürt’e düşman çevrenin de içinde yer aldığı ittifakla ortaklaşıyor. AKP üzerinden üç milletvekili ile Türk parlamentosuna taşınıyor. Kürt kurum ve yapılarıyla ilişki geliştirmeyip Kürt düşmanlarıyla ittifak geliştirmek neye delalet olabilir? Kürtlerle birlikte değilsen ve Kürt düşmanlarıyla birlikte mesai yapıyorsan sen de Kürt düşmanısın. Bunun başka bir adı olabilir mi?”

Hangi yanlışı düzelteceğimizi şaşırıyoruz bazen. Yine de adım adım gitmeye çalışalım.

-HÜDA PAR kendisine “milliyetçi” sıfatı yakıştırmıyor. Milli kimliğe sahip çıkıyor, ırkçı, asimilasyoncu, faşist uygulamaları reddediyor; ama asıl olarak İslam Ümmetinin birliğini savunuyor.

-Kürdistani güçlerin tümüyle görüşüyor ve fikir alış verişinde bulunuyor. PKK ise Kürdistani bir oluşum değildir; aksine Marksist ideolojiye bağlı, Kürt halkının inanç ve geleneklerine düşmen bir harekettir. Buna rağmen çatışmacı tutum ve dile karşı olan HÜDA PAR, PKK’nin siyasi uzantılarıyla da görüşebileceğini söylemiştir.

-AK Parti ile kimi dönemlerde “seçim ittifakları” söz konusu olmuştur. Cumhur İttifakı görüşmeleri bile sadece AK Parti ile yapılmıştır. MHP ve BBP ile hiçbir ittifak görüşmesi yapılmamıştır.

-Parlamentoya 3 değil 4 milletvekili ile girmiştir.

-Eş başkanları Arap, yönetim kurulu Türklerden oluşan PKK’nin siyasi uzantısı olan parti kendine sadece Kürtlerden oy aldığı için “Kürt partisi” demektedir. Kemalist zihniyetin temsilcilerini listelerinden meclise göndermekten utanmayan PKK zihniyeti, yine utanmadan HÜDA PAR için “kürt düşmanı” diyebilmektedir.

-Bizzat liderinin ifadesiyle “15 bin iç infaz” yapanlar, Kürt çocuklarından 7 binini hendeklere gömenler Kürt dostu; ama HÜDA PAR Kürt düşmanı öyle mi?

Devam edecek..