• DOLAR 34.312
  • EURO 37.22
  • ALTIN 3018.549
  • ...

DERS ALMIŞ

Âdetimiz değil; ama konuya geçmeden önce bir fıkra okuyalım:

Bir gün ormanda aslan, kurt ve tilki birlikte geziyorlarmış. Tuzağa yakalanmış bir tavşan görünce aslan, kurda dönüp "Kurt kardeş, şu tavşanı üçümüz arasında adaletli bir şekilde dağıt" demiş. Kurt düşünmüş ki, "Aslan ormanın kralı, elbette aslan payı onun olur." İstemeye istemeye, "Kuyruğu ve ayakları tilkinin, başı benim, etli gövdesi de sizin olursa adaletli olur" demiş. Kurdu bir pençeyle parçalayıp bu kez tilkiye dönen aslan, "Şu tavşanı ikimiz arasında adaletli şekilde bir de sen dağıt bakalım tilki kardeş" demiş. Korkudan beti benzi atan tilki, bir aslana bakmış, bir yüzü parçalanmış kurda… Ve demiş ki "Tavşanın kuyruğu ve ayakları sabah kahvaltınız, başı öğlen yemeğiniz, etli ve leziz gövdesi de akşam yemeğiniz…" Bu paylaşımı duyan aslan, tilkiyi sevmiş, "Aferin, bak ne güzel, adaletli bir şekilde dağıttın. Nerden öğrendin sen bakim bu adaleti?..” Tilki, kurdun cansız bedenine bakıp şöyle demiş "Yerde yatandan öğrendim sayın kralım, yerde yatandan…"

Gazeteci Sedat Bozkurt, yazdığı yazıda HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile ilgili şu iddiada bulunmuş:

"Demirtaş, kendisine ziyarete gelen ve çok önemsediği isimlere ilginç açıklamalarda bulunuyor. Ona göre 'amasız, fakatsız' PKK silah bırakarak sivil siyasetin önünü açmalı. Daha ileri giderek, 'Dışarıda olsam Kandil’e gider, ‘ya beni burada öldürün ya da silah bırakın’ derdim' cümlesini bile kurmuş, HDP’den de bu görüşleri önemseyen bir grup Kandil’e gitme fikrini tartışmaya açmış; ama çok fazla destek görmemiş" ifadelerini kullanmıştı.

Bozkurt, yazısı hakkında tartışmalar devam ederken kendisine Demirtaş'ın avukatları aracılığıyla iletilen "bilgi notu"nu paylaşarak düzeltme yaptı:

"Selahattin Demirtaş avukatları aracılığıyla bana özel olarak çok kısa bir bilgi notu iletti. Yazımdaki 2 unsura ilişkin bir düzeltme notu içeriyor. Barış için sarf edeceği çabanın bilindiğini ancak yazıdaki cümlenin kendisine ait olmadığını, HDP yönetimi ile arasında gerginlik bulunmadığını da söyleyerek itiraz ediyor.”

Tartışmaları takip ederken PKK-HDP siyasi çizgisinde hareket eden 3 figürü ve tutumlarını düşündüm:

Leyla Zana, Osman Baydemir ve Selahattin Demirtaş…

Leyla Zana, geleneksel aile bağları, evliliği, Kürt coğrafyasındaki farklı yerde konumlanmış aktörlerle olan diyalogu açısından önemli bir figürdü. Yıllarca cezaevinde kalmış olması onu Avrupa’da da önemli bir siyasi kişilik haline getirmişti. Ama şöyle bir kusuru vardı Leyla Zana’nın. Sorunların çözümünden söz ederken “birilerinin ajandasına” göre adım atmıyor ve bu da örgüt içindeki güç odaklarını rahatsız ediyordu.

Çatışma bitsin istiyordu Leyla Zana ve bunu yüksek sesle dile getiriyordu.

“Bu süreçte gençlerin ölmesini hiçbir vicdan kabul edemez” demişti. PKK’nin siyasi uzantısı olan parti için “Kürtlerin duygusuna uzak olduğu için çok mekanik kaldı, içeride farklı, dışarıda farklı konuşuyorlar” demişti. “Asker, polis, yargı çözerle olmuyor. Ben Erdoğan'ın bu işi çözeceğine inanıyorum” demişti.

Leyla Zana hem İmralı’nın, hem Kandil’in hem de Selahattin Demirtaş’ın hışmına uğradı bu sözlerinden dolayı.

Demirtaş, şunları söylemişti: “Leyla Hanım kişisel görüşlerini ifade etti. Biz parti olarak Leyla Hanım’ın “Başbakan desteklenmelidir, umut Başbakan’dır” görüşüne katılmıyoruz. Başbakan’ın sorunu çözmeye gücü var ama niyeti yok. Başbakan iktidarını zorda hissetmedikçe asla özgürlükler konusunda adım atmaz.”

Demirtaş, Erdoğan’ın çözüm için attığı adımları da şöyle yorumluyordu: "Başbakan Sri Lanka modelinin tutmayacağını, PKK’yi bitiremeyeceğini anladı ve bu yüzden daha yumuşak bir üslupla cevap veriyor şimdi."

Ocak 2014’teki İmralı görüşmelerinde Öcalan, HDP heyetine Leyla Zana hakkında yorumlarını soruyor. S. S. Önder, "Bence kendisiyle fazlaca meşgul. Ortak çalışma bilinci yok. Her an kontrolsüz bir tavır geliştirip süreci zora sokabilir." derken, Pervin Buldan kendisine bir şans daha verilmesini istiyor.

Öcalan ise Leyla Zana'ya çok öfkeli… HDP'li heyet aracılığıyla şu mesajı yolluyor: "Leyla'ya deyin ki, Öcalan'la görüşme işi ciddidir. Barzani bile yan üründür. Bizim görüşmelerimiz olmasaydı bugünkü pozisyonlarında olmazlardı. Örgüt işleyişine bağlı kalacak. Bunu kendisiyle konuşun. Bütün hünerlerini Sırrı Bey gibi, Pervin hanım gibi ortaya koyacak. Biz siyasi bir hareketiz. Siyasetle oynarsa canıyla öder."

Örgüt içinde binlerce kişinin infaz emrini veren birinin tehditleri korkutucuydu ve Leyla Zana da korktu. Ondan sonraki süreçte hep temkinli hareket etti; ama daha çok ortada görünmemeyi seçti. Bazıları ortada görünmemesinin kişisel bir tercih olmadığını, örgüt talimatıyla pasifize edildiğini söyleyecekti.

Haziran 2012’de bunlar söyleniyordu.

Yaklaşık 1,5 yıl önce, yani 2010’un sonlarında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de "21. yüzyılda silah rolünü tamamlamıştır. Sorunların çözümünde silah bir araç olma özeliğini yitirmiştir" açıklamasını yapmıştı.

Öcalan’ın cevabı oldukça sertti:

“Bazen öyle şeyler oluyor ki, çok şaşırıyorum, öfkeleniyorum. Bazıları çıkıp sorumsuzca, ‘silahlı mücadele miadını doldurmuştur’ diyor. Açık söylüyorum, Kandil bile bu konuda tek başına yetkili değil. Herkes kendi işine bakmalı, sorumlu olduğu konularla ilgilenmeli, kafa yormalı, söz söylemelidir. ABD’si Avrupa’sı bile artık bu konuda beni tek etkili-yetkili kişi olarak görürken bunların yaptıkları açıklamalara bakın! Söyleyin ona ya AKP’ye geçsin ya da özeleştirisini versin. Silahlı mücadele olmasaydı, o koltukta 2 ay bile oturamazdı”

Ve Öcalan’ın demokratik duruşunun kelimelere yansıyan efsanevi sözleri:

“Gençlerin öfkesinden de mi çekinmiyorlar? Ben Diyarbakır gençlerini bilirim, onun ağzını yırtarlar, müsaade etmezler. Herkes kendi işini yapacak. Kandil’in bile üstesinden gelemediği bir konuda sen nasıl böyle olmalı dersin, kurucusu sen misin? Bunlar ahlaki değil, saygısızlıktır. Siz de gidip bunları anlatacaksınız, kendilerine diyeceksiniz ki, Apo vicdan sahibidir ama bu tür şarlatanlıklar karşısında da asla taviz vermez, bunlara karşı çok acımasızdır, Şarlatanlığın, soytarılığın gereği yok.”

Böylece literatüre “ağız yırtma demokrasisi” diye bir tanımlama girmişti.

Baydemir, hakaret ve tehditleri “eleştiri” olarak kabul etmiş ve kendisinden beklendiği gibi dilini sertleştirmiş, örgütün istediği noktaya gelmişti.

Gelelim Demirtaş’a…

Hem Kandil’in hem de İmralı’nın istediği “uyumlu” lider profilindeydi.

Çözüm sürecinin konuşulduğu sıralarda “Seni başkan yaptırmayacağız” şarkısını çalarken sazın kendisine ait olmadığını çok iyi biliyordu.

6-8 Ekimde “Halkımızı sokağa çıkıp alan tutmaya, harekete geçmeye davet ediyorum” derken neler yaşanacağını çok iyi biliyordu Demirtaş. Halkın sokağa çağrılmasında da Demirtaş’ın HDP’si ile Kandil ve İmralı arasında müthiş bir eşgüdüm söz konusuydu.

Öcalan, 6 Ekimde kardeşi ile görüşüp mesajını iletmişti: “Kobani'de yaşanan katliam girişimine karşı 7'den 70'e bütün halklarımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz ve bundan böyle her yer Kobani'dir” Olaylardan 8 ay sonra Murat Karayılan, ‘Türkiye yetkilileri bu konuda akıllarını başlarına toplamalı, halkımızın 6-7-8 Ekim`deki kalkışını unutmamalıdır” diyerek eşgüdümü itiraf etmişti.

Avrupa’nın ve Türkiye’deki muhalefet partilerinden bir kısmının desteğini arkasına almasına rağmen cezaevinden çıkamayan Demirtaş, farklı çıkışlar yapma ve gündemden düşmeme çabasında…

Arada bir “barış güvercini” pozları vermeyi de ihmal etmiyor.

2 ay kadar önce PKK’nin Mersin’de yaptığı saldırıyı kınayan bir açıklama yaptı.

Büyük ihtimalle hedefi muhalefetin daha fazla gündemine gelmekti. PKK çizgisindeki siyasetin yaptığı açıklamayı “taktiksel” olarak göreceğinden kuşkusu yoktu.

Ama Kandil’den şamarı yedi.

PKK merkez konseyi üyesi Duran Kalkan, Demirtaş’ı hedef alarak sert sözler sarf etti: “Yapanlara en azından dua et, karşı çıkma. Kendi kendine konuşma, ukalalık yapma. Kimsenin ukalalık yapacak hakkı yoktur."

Öyle görülüyor ki, Demirtaş, “Kendi kendine konuşmaktan” vazgeçip kendine çekidüzen verme yoluna gitti.

İşte yazının başındaki açıklamayı ve Demirtaş’ın “Ben öyle söylemedim” açıklamasını bu çerçevede değerlendirirsek sanırım taşlar yerine oturur.

Öyle ya eğer reddiye açıklaması yapmakta biraz geç kalsa devreye İmralı’nın “Ağız yırtma demokrasisi” ya da Kandil’den “Ukalalık yapma!” şamarı gelebilir.

Kim aslan, kim kurt, kim tilki siz karar verin artık…

Ama öyle görünüyor ki, Demirtaş, Baydemir ve Zana’dan ders almış.