• DOLAR 34.944
  • EURO 36.745
  • ALTIN 2979.98
  • ...

Geçtiğimiz perşembe günü sabah saatlerinde, Samsun’un İlkadım ilçesi Kale Mahallesi’ndeki Atatürk Parkı'na gelen 2 şüpheli, Onur Anıtı'na halat bağlayıp, çekmeye çalıştı.

Çevredekiler tepki gösterince şüpheliler, ipi olay yerinde bırakıp kaçtı. İhbar üzerine bölgeye polis ekipleri sevk edildi.

Sonra yakalandılar.

Uyuşturucu sabıkası kabarık kişilerdi bunlar.

Kemalistler, sosyalistler, komünistler, feministler bir araya gelip heykeli korumaya aldılar.

Zaman zaman heykelin etrafında dönerek “Kemalist tavaf” ritüelini de gerçekleştirdiler.

Sonra yoruldular herhalde.

Sonra birkaç gün sürdürülen anıt nöbetinin sonlandırıldığı öğrenildi.

CHP Gençlik Kolları Atakum İlçe Başkanlığı'ndan konuyla ilgili yapılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi:

"Geçtiğimiz günlerde kendini bilmez meczuplar tarafından Onur Anıtı’na yapılan menfur saldırı sonrasında başlattığımız Onur Nöbeti fiziksel olarak sonlandı. Fiziksel olarak nöbeti sonlandırmış olabiliriz ancak bir çift mavi gözün ışığında manevi nöbetimiz ilelebet sürecektir."

Son cümle hariç her şey normal gibi.

Neden mi son cümle?

“Manevi nöbetimiz” dediği için.

“Manevi” kelimesi TDK’ya göre şu anlama geliyor:

“Görülmeyen, duyularla sezilebilen, ruhani, tinsel, maddi karşıtı”

Kemalizm’de “manevi alan” var demek ortopdoks Marksistlerin deyimiyle “ideolojide revizyonizme gitmek” anlamına geliyor.

Bakın Mustafa kemal, CHP’nin prensiplerini anlatırken şunları diyor:

“Fakat, bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların dogmaları ile asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gayipten değil doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

Sanırım ne demek istediğimiz anlaşılmıştır.

 

GAZ LAMBASI YA DA ALEGORİ

Adamın isminin önünde “büyük romancı” diye yazılır; ama biraz dikkatli baktığınızda hiç de “büyük” olmadığını fark edebiliyorsunuz.

Piyasada tutunmak için biraz sol, biraz “entel bar”, biraz da melankoli gerekiyordu eskiden, şimdilerde sadece muhalif görünmek ve dini değerlere mesafeli olduğunu hissettirmek yetiyor.

Hükümetin “fahiş faturalarına” eleştiri getirmek için şöyle yazmış romancı:

“Ne yapalım, gaz lambasını yakarım, rakımı içerim. Bu günler de geçer elbet, eşe dosta selam olsun...”

Gaz lambası, “ben de sıkıntı çekiyorum” mesajı için, rakı ise “dini değerlere olan mesafeyi” göstermek için.

Bu günler de geçer sözü “70’li yılların sol romantizmini”, eşe dosta selam ise “beni de görün” mesajını vermek amaçlı.

Ama ortada büyük bir sorun var!

“Büyük” romancı, mesajıyla beraber bir de resim çekmiş; bir elinde gaz lambası, diğerinde rakı bardağı…

“Burada sorun ne?” diye düşünüyorsunuz tabii.

Roman sanatı genel olarak üç şeye dayanır: Tasvir, tahlil ve diyalog. (Şimdi kalkıp monolog yoğunluğundan, alegoriden, başı sonu belirsiz modernist üsluplardan söz etmeyin, klasik dili esas alıp “genel olarak” dedim.)

Hatta büyük romancılar genellikle başarılı tasvirleriyle öne çıkmışlardır.

Mesela Balzac’ın Goriot Baba’sındaki pansiyon tasviri ya da Dostoyevsk’nin “Bir Ölü evinden hatıralar”da mahkumların hamama götürülürken ki anlatımı “üst düzey tasvir” örnekleri arasında zikredilir.

Yaşar Kemal’in doğa tasvirleri de oldukça iyidir.

Ayrıntılar o kadar başarılı bir şekilde anlatılır ki, manzara gözünüzde olduğu gibi canlanır.

Bizim “büyük” romancı ise verdiği mesajda tasvire başvurmamış, resim çekip dikkatimize sunmuş.

Ve ilk bakışta süs için bulundurulduğu, fitilinde hiç yanık izi olmadığı için bir defa bile kullanılmadığı belli olan “gaz lambası”nı bize gösteriyor ve elektrik kullanmadığını söylüyor.

Bari bir kere yaksaydın, fitilinde biraz is görünseydi!

Ama “büyük” romancı zaten rakı bardağıyla “kafası dumanlı” bir kesime mesajının gittiğini biliyor.

Ve daha ilginci “büyük” romancının gaz lambası ve rakı bardağıyla resim verdiği mekan…

Öyle sıradan vatandaşın gidemeyeceği çok pahalı mekanlardan biri, sizin anlayacağınız.

 E yani bu kadar “halkçı” mesajdan sonra “Beyaz Türklere” de bir selam çakmak gerekiyor diye düşünmüş “büyük” romancı.

Yani…

Tabir yerindeyse sanal dünya üzerinden, yaşadığı “Fildişi kulesinden” ülkenin “getto”larına distopik bir korku mesajı vermeye çalışmış.

Ama açık söyleyeyim, son derece başarısız!

EVET 1500 YIL ÖNCESİNİ ÖZLÜYORUZ!

Geçen hafta HDP’li vekil mecliste şunları söyledi:

“Size neden gerici diyoruz biliyor musunuz? Çünkü sizler 500 yıl geride kalmış Osmanlı’yı, 1500 yıl geride kalmış din esaslı toplum düzenini yeniden hortlatmaya çalışıyorsunuz.”

Bu kadının 1500 yıl öncesi diyerek Aziz İslam’ı kast ettiğini herkes anladı ve içinde Müslümanlığına biraz bile saygısı kalmış herkesin tepkisini çekti.

Şaşırtıcıydı; ama Hüda Kaya bile tepki gösterdi.

Emre Kongar ise HDP’li vekile destek çıktı ve Hüda Kaya’yı eleştirdi.

Gericiliği ise şöyle tanımladı:

“Tarihsel açıdan “gericilik” kavramı doğrudan doğruya “geride kalmış”, “eski” “devlet biçimleri” ve “üretim yapıları” ile ilişkilidir.”

Kendini bir Atatürkçü ve sosyal demokrat olarak tanıtan bu şahsın çelişkili duruşuna kısaca değineceğiz.

Bakın daha önceki bir yazısında “Atatürkçülük ne değildir” başlığı altında şunları yazmış:

“1) Atatürkçülük, Tek Adam Rejimi, Şahıs Devleti değildir.

2) Atatürkçülük, demokrasi düşmanlığı değildir.

3) Atatürkçülük, militaristlik, cuntacılık, darbecilik değildir.

4) Atatürkçülük, etnikçilik değildir.

5) Atatürkçülük, din düşmanlığı değildir.

6) Atatürkçülük, Kürt düşmanlığı değildir.

7) Atatürkçülük, işçi düşmanlığı, solcu karşıtlığı değildir.”

Her madde ile ilgili cevap vermeyeyim de kısaca bazı sorular sorayım:

1)15 yıl boyunca (23-38 arası) devletin “tek yöneticisi” kimdi? Şevket Süreyya Aydemir “Tek adam”ı kimin için yazdı? Falih Rıfkı, kime “diktatör” dedi?

2)Kurulan iki partiyi de kısa sürede kapatan ve seçime girmesine izin vermeyen kimdi?

3)Mustafa Kemal ve devlet yönetimindeki yakın çevresinde asker kökenli olmayan tek kişi var mıydı?

4)Andımız dayatması, kafatası ölçümleri kimin zamanında yapıldı?

5)Dini kisveleri kim yasakladı, alimler kimin zamanında asıldı, kim Kur’an için hakaret ifadeleri kullandı?

6)Kürt dili, kültürü kimin zamanında yasaklandı, tehcirler kimin zamanında yapıldı, Şeyh Said, Şark ıslahat planı, Dersim size ne çağrıştırıyor?

7)Solcuların yayın organları kimin zamanında yasaklandı, Nazım Hikmet, kimin zamanında hapse girdi, kaçtı, yargılandı? Hangi gazete “Kemalist Türkiye'den faşist İtalya'ya selam!” manşeti ile çıktı?

Ve son olarak…

Ey Emre Kongar!

Eğer Atatürkçülük ilericilikse sana da iyi yakışır. Biz 1500 yıl öncesinin özlemi içerisindeki “gericiler” olarak kalmaktan mutluyuz.