Şiddet sarmalından merhamet ve adaletle kurtulabiliriz
Şiddet, bir kişi veya grubu korkutmak, sindirmek ve istemedikleri bir şeyi yaptırmak için sert ve katı davranış; güç ve baskı kullanarak bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan, acı ve korku veren bireysel veya toplu davranışlardır.
Günümüzde yaşanılanlardan hareketle şiddetin toplumun bütün katmanlarını etkilediğini hatta şiddeti savunanların dahi şiddete maruz kaldığını söyleyerek genel bir tanımlamaya gidelim:
Genel olarak baktığımızda ve örnekleri detaylandırarak çoğalttığımızda, şiddet; kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların birbirine ya da yaşanılan doğa, hayvanlar ve diğer yaşam koşullarına karşı çeşitli amaçlar adına çıkar elde etmek, onlara karşı üstünlük ya da hâkimiyet kurmak, istenilen hareketlerin elde edilmesini sağlamak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar menfaatlerinin elde edilmesini sağlamak amacıyla uyguladıkları ve bilinçli olarak yapılan davranışların tümüdür.
Şiddet çeşitlerine baktığımızda fiziksel bağlamda; Vurma tekmeleme, yakma, silahla yaralama ve öldürme... sosyal bağlamda ise kişileri yakınlarıyla görüştürmeme anne ve babanın cenazesine göndermeme ya da gönderirken de yanında bulunarak psikolojik baskı uygulama, hakkı olan bayramı yaşatmama... ekonomik bağlamda çok çalıştırma, çalıştırırken de karşılığını vermeme, duygularıyla oynayıp alay etme gibi örnekleri verebiliriz.
Şiddet etkisiyle bu psikolojiyi yaşayanların davranışlarına baktığımızda aşırı korku, ani seslere karşı tepki, yalnız sokağa çıkmama, çarpıntı, halsizlik, kâbus görme, güvensizlik, içten içe aşırı kızgınlık ve intikam isteği gibi durumlar ortaya çıkar.
Şiddeti meşrulaştırma basamaklarına baktığımızda iki anlayış ön plana çıkar.
Birincisi özel anlayış; nazik, kibar ve yumuşak görünen sözlerle şiddete zemin hazırlamak; telkin yöntemi kullanarak “kızını dövmeyen dizini döver, serbest bıraktığında ya davulcuya ya zurnacıya kaçar, eti senin kemiği benim” gibi inandırma çabaları...
İkincisi dışarıda şiddet kullanarak içerde kendi halkının refah seviyesini yükseltmek, buna süper güçlerin anlayışı diyebiliriz. Bu anlayışın yöntemlerine baktığımızda ise daha çok özgürleştirme, daha çok demokrasi telkinleri ön plana çıkar.
Her iki anlayışı irdelediğimizde içerde şiddeti meşrulaştırma anlayışında, yanlış söylem ve yöntemlerin kullanıldığı, kendi insanına maddi değerler hatırlatılıp hakkı örtme gizleme felsefesi hâkimdir.
Şiddet iştahlıları kendilerini tarihin her döneminde masum, barış ve merhamet özelliklerine sahip; inancımızı ise şiddetin nedenleri arasında göstermişlerdir. Bu yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Çünkü inancımız insanı halifeleştirerek değerli kıldığı gibi, var olan hakkını hukukunu da beyan etmiştir. En kritik durumlarda bile çocuğa, yaşlıya, kadına değer vermeyi hatırlatmış; şiddete karşı hep gülleri sembolleştirmiştir.
Güllerle özdeşleşen bir peygamberin öğretilerini şiddet nedeni saymak haksızlık değil mi?
Şiddetin gerçek nedenlerine indiğimizde insanların manevi duygulardan yoksun oluşu, sınırsız istekler, Allah`a verilecek hesap duygusundan uzaklaşmak, ahireti yeterince düşünmemek -ki bu insanları şiddet hastalığına yöneltir- sayılabilir. Şunu unutmayalım ki hak sahipleri güçlü olduğu dönemlerde şiddetle değil merhametle, adaletle zikredilmişlerdir.
Rabbim bizleri merhametli, adaletli kılarak kendi katında yüceltsin.
Selam ve dua ile…