Özne Olan Telefon mu Siz mi?
Tarih boyunca insanı etkileyen uyarıcı ya da uyarıcılar hep olmuştur. Bazen bir çiçek bazen bir kitap bazen bir arkadaş bazen bir dost kısacası hep bir şeylerin etkisinde kalmışızdır. Etkiyi olumlu, olumsuz ya da nötr olarak da yorumlamak mümkündür.
Geleneksel dönemde yaş faktörü çok önemliydi. Yaş, bilgeliğin bir işareti iken yaşlı, hayatın tercümanıydı. Yaşı ilerleyen insanların sosyal hayatta bir karşılığı bir saygınlığı vardı. Bu tür insanlarla oturmak kalkmak bir hayal idi. Onların muhabbetlerini dinlemek, onların yanında efendice oturmak onlara saygı göstermek iki tarafı mutlu eden bir felsefeydi.
Sosyal hayatı bu felsefe üzerine bina eden toplumlarda psikolojik ve sosyolojik haz ve mutluluk çok net fark ediliyordu. Bir gençle bir yaşlı saatlerce oturur muhabbet edebiliyorlardı. Gençler yaşı ilerlemiş insanların yaşlarına hürmeten bir dediklerini iki etmezlerdi. Yeter ki bir büyüğümüz bize bir ödev versin onu hemen yerine getirelim heyecanını yaşıyorlardı.
Hele ki toplumu etkileyen meselelerde büyüklerin ricası bir buyruk olarak algılanırdı. Onu yerine getirmemek ya da getirmek için gayret etmemek etiksizlik olarak da yorumlanırdı.
“Falan amca sana bu ekmeği bize götür yani sen dedin işim var. Sen bunu nasıl söylersin ben onu görünce yerin dibine girmez miyim hiç mi düşünmedin?” Yaşa saygı çok büyük bir anlayış ve erdemin işaretiydi.
Toplumun kolonlarını oluşturan bu insanlar her bir köşeyi oluştururlardı. Her bir köşenin alanına hakim olup her daim bir şeyler anlatır toplumun hem bilinç hem de davranış boyutlarına yön verirlerdi. Bu bilge insanların hep gündemlerinde epistemoloji, ontoloji ve etik vardı. Bu insanların bireylere en büyük kazanımları her olay karşısında “bir şey olmaz, canını sıkma, Allah büyüktür, o yapsa da sen yapma, niye Allah bilmiyor mu görmüyor mu?” diye telkinlerde bulunurlardı.
Ontolojiyi epistemoloji ve etikle sentezleyerek harika bir maharet ortaya koyarlardı. Bir genç biraz sinirlendiğinde “gel buraya kardaşımın oğlu hele kardaşımın oğluna bir çay gönder” demek belki binlerce psikolojik danışmanın gösteremediği bir yaklaşımı gösterebiliyorlardı. İnsanı o kadar güzel yontup şekil verirlerdi ki hiçbir psikolog bunu yapamazdı. Bazen çalışmaya giderken o büyüklerimizin ekmeğin içine bir parça biber koyup bize vermeleri bizim için yeterliydi. Annelerimiz ekmek yaparken ekmeğe biraz yağ sürüp bize vermesi zaten sevginin bir göstergesiydi.
Bugünkü gibi yok yok sen beni sevmiyorsun sözü belki de kullanılmazdı. Zaten herkes herkesi sevmenin zorunlu olduğunu bilir. Birbirimizi sevmeden iman edemeyeceğimizi, iman etmedikçe cennete giremeyeceğimizi söyleyen bir peygamberin sözünü hafife almak çok büyük etiksizlik olarak algılanırdı.
Siz söyleyin bu çağdaş yaşam felsefesinde kimse mutlu mu? Sevgi saygı var mı? Ödev yaptırabiliyor musunuz? Küçükler büyüklerin yanında oturmak istiyorlar mı? Gözleri sizde mi telefonlarda mı? Sizce Neden?
Selam ve dua ile…