Biraz Düşünmeye ihtiyacımız var
Toplumda en çok eksik görülen öğrenme çeşitlerinden biri kanaatimce öğrenilmiş çaresizliktir. Bir nevi zihnin bir savunma mekanizması gibi kendine bir bahane bulması ya da daha da ileri giderek zihinde bir şeyi kabul etme anlayışıdır. Öğrenci penceresinden bakıldığında “ben yapamam, ben edemem, gerçekten çok zor” aile açısından bakıldığında “ben hayatta bununla yapamam, artık yeter, bununla olmadığı gibi benimle de olmuyor” biz bitmişiz, bu iş bitti.
Ekonomik açıdan bakıldığında “ben artık belimi doğrultamam, ömür boyu çalışsam bile çok zor”. Siyaset açısından bakıldığında “biz hayatta iktidar olamayız”. Hukuk açısından bakıldığında “bu ülkeye hak, hukuk çok zor”. Ebeveynlerin penceresinden bakıldığında ‘’Bu çocuktan bir cacık olmaz, bu dayısının yolunda ilerliyor.”
Teolojik açıdan bakıldığında “Bizden Müslüman olmaz, bizimkisi boş dava, biz kendimizi kandırıyoruz. Allah samimi Müslümanların yardımcısı olsun fakat onların da kazanması çok zor.” Spor açısından bakıldığında “biz bu maçı hayatta alamayız.’’
Tabiat açısından bakıldığında “bir daha burada değil meyve, burada bir daha ot göremezsin.” Sağlık açısından bakıldığında “doktor böyle diyor fakat hepimiz biliyoruz ki bu hasta iki güne kalmaz ölür.” Psikolojik olarak rüyalarımızı dile getirirken de “size bir şey söyleyeyim sakın bana darılmayın, ben bugün bir rüya gördüm, gördüm ki evimiz yıkılmıştı. Cenazeler o kadar çoktu herkes ağlıyordu, feryat figan ediyordu.”
Bu verilerden yola çıkarak sosyolojik olarak çok okumamıza rağmen söylemlerimiz bilinçten ziyade duyumları yansıtıyor. Beş dakika önce çok saygın bir imamın hutbesini dinlerken inanarak ağlıyoruz. Dışarı çıktığımızda mantıklı gelmeyen bir dedikoduya inanarak değişebiliyoruz. Bütün olumsuzluklarımıza rağmen her türlü olumluyu yakalayabilmek için beş dakika düşünerek elde edebiliriz.
Nasıl mı?
“İbn Hacer Hazretleri ilim öğrenmek için bir medreseye girdi. Ancak kafası bir türlü dersleri almıyordu. Bütün arkadaşları onu geçtiler. Seneler geçmesine rağmen pek bir şey öğrenemedi. En sonunda ilmi bırakıp memleketine dönmeye karar verdi. Hocasının nasihatleri de fayda etmedi. Yola çıktı. Yolda dinlenmek için bir mağaraya girdi. Mağarada dinlenirken gözü yukarıdan damlayan damlalara takıldı. Damlalar yavaş yavaş damlayıp yerdeki taşta büyük bir delik açmıştı.
İbn Hacer Hazretleri kendi kendine şöyle düşündü:
“Su gayet yumuşak, latif bir cisim olduğu halde sert kayayı nasıl deliyor. Benim kafam bu kayadan daha da sert değildi ya, zamanla benim de kafama Allah’ın nuru olan bu ilim girer.” deyip medreseye geri dönüyor. Ve kısa zamanda arkadaşlarını da geçiyor. Bu olay sebebiyle kendisine İbn Hacer (taşın oğlu) deniliyor.